Seren Shvo
Seren Shvo
Seren Shvo adını, birkaç yıl önce kocası Michael Shvo’nun evlilik yıldönümlerinde bir müzayededen satın aldığı, Elizabeth Taylor’a ait bilezik haberinden hatırlayacaksınız. Sanatseverler ve iş dünyası için Michael Shvo adı hiç de yabancı değil zira emlak yatırım danışmanı olan işadamı Shvo ciddi bir koleksiyoner. Geçtiğimiz yıl New York’ta satın aldığı arsadaki Getty benzin istasyonu boş haliyle çirkin görünüyor diye, bir açık hava müzesi fikri ortaya atmış ve Francois Xavier Lalanne’e ait koyun heykellerini sergilemişti. Seren Shvo, eşiyle altı yıl önce nerede tanıştı, nasıl bir hayatı var ve mutlu evliliğinin sırları neler; Şamdan Plus’a anlattı...
Röportaj:Elif AKTUĞ
Fotoğraflar: Josh Ryan
Seren Shvo
Eşinizle tanıştığınız an, aklınıza geldi mi “Hayatımı paylaşacağım erkek işte bu” düşüncesi?
Shvo: Bizi 2009 yılında en yakın dostumuz Serdar Bilgili tanıştırdı. Michael’i ilk gördüğümde “Ne kadar yakışıklı, kendine güvenli ve çekici bir adam” diye düşündüm. Birbirimizden çok hoşlandık ama ertesi gün adını Google’a yazınca, bana tamamen ulaşılmaz geldi. Bambaşka hayatlardan, bambaşka iki insandık, aramızda bir ilişki olabileceğine ihtimal vermedim. Bu yüzden kendimi kaptırmamaya çalıştım; fakat tanıştıktan bir hafta sonra Sevgililer Günü için İstanbul’a geri geldiğinde her şeyi hayatın akışına bıraktım!
İlk görüşte aşk diyebiliriz sanırım...
Shvo: Bizim ilişkimiz ilk görüşte aşk değildi, ama zamanla çok güçlü bir aşka dönüştü. İkimizin de daha önce hiç yaşamadığı bir duygu bu. Her gün birbirimize daha çok aşık olduğumuzu hissediyoruz. Ben hayatta herkesin bir ruh ikizi olduğuna inanırım. Dünyanın iki ucunda bambaşka hayatlar yaşarken, birbirimizi bulup tamamlayacak kadar şanslıydık. Bence bu gerçek bir mucize. Evlilik teklifi nasıl geldi peki? Shvo: Öğle yemeğinde Central Park’taki göletin karşısındaki Lake House’taydık, “Hadi gel, kayıkla dolaşalım” dedi, göletin ortasına geldiğimizde Michael diz çöktü ve muhteşem bir yüzük taktı parmağıma! Evimiz Central Park’ın karşısında, 68. katta. “Evlilik teklifini burada yapmak istedim, böylece camdan her dışarı baktığında bu anı hatırlayacaksın” dedi. Şahaneymiş...
Peki, İstanbul’da nasıl bir hayatınız vardı?
Shvo: İstanbul’da görkemli bir yaşantım olmamasına rağmen, çevrem ve sosyal hayatım her zaman çok renkli ve eğlenceliydi. Arkadaşlarımla vakit geçirmek, gezmek ve aynı rutini yaşamaktan zevk alırdım. New York’a geldikten sonra o zamana kadar hiç farkında olmadığım bambaşka sosyal, kültürel, sanatsal, evrensel bir dünya olduğunu görünce eksik yanlarımın farkına vardım; böylece hayata bakışım ciddi anlamda değişti.
Seren Shvo
İstanbul’da neler yapıyordunuz, şimdi çalışıyor musunuz
Shvo: Tutkuyla işine bağlı insanlara saygı duyduğum kadar, maddi zorunluluğu olmadığı için çalışmayan insanlara da saygı duyuyorum. Ama hayatta insanın hep bir hedefi, bir projesi olması gerektiğine de inanıyorum. Ben iş hayatına çok küçük yaşta, reklamlarda, dizilerde oynayarak başladım. Program sunuculuğu, fotomodellik yaptım. Annem seslendirme yönetmeni olduğundan dublaja da küçük yaşta başladım ve buraya yerleşene kadar en keyif aldığım işlerden biri dublaj yapmaktı. Bunun dışında zevkle ve tutku duyarak yaptığım tek iş Betül Mardin gibi bir duayenin yanında çalışmak oldu. Orada yaşadığım deneyime paha biçilemez. Buradaki hayatımda benim icin öncelik her zaman eşim. Bu yüzden kendi şirketimizde çalışmak bana çok büyük keyif veriyor. Beni heyecanlandıran projelerle ilgilenmekten de çok keyif alıyorum.
Bir gününüze neler sığıyor?
Shvo: İş hayatı bizim için bir tutku, iş 7 gün 24 saat devam ediyor. Sosyal faaliyetler hemen her gün var. Sabah çok erken kalkıp güne olabildiğince fazla plan sığdırmaya çalışıyoruz. New York çok hızlı bir şehir ve insanı hemen içine çekiyor. İş konusunda çok planlı yaşıyoruz, her saatimizi, hatta dakikamızı önceden organize eden asistanlarımız var. Özel hayatımızdaysa sorumlu olduğumuz sosyal yardım projeleri ve sanatsal programlar dışında tamamen spontan yaşamayı seviyoruz. Mesela bazen sabah uyanıp “Hadi Paris’e gidelim” diyoruz ve hazırlanıp hemen uçuyoruz. Özellıkle kışın New York’un dayanılmaz soğuğundan kaçmak için çok sık yolculuk ediyoruz. Yazın mümkün olduğunca Hamptons’taki yazlığımızda vakit geçirmeye çalışıyoruz.
Eşinize “Genç Donald Trump” diyorlar. Hoşunuza gidiyor mu bu benzetme?
Shvo: Donald Trump, emlak dünyasının en başarılı ve göz önündeki isimlerinden biri. Donald ve Michael birbilerini iyi tanıyor, fakat kişilikleri ve yaptıkları iş birbirinden çok farklı. Donald, otel markası ‘Trump’ı dünyanın değişik ülkelerinde genişletmeye yoğunlaşmışken Michael, New York başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde farklı projeler inşa etmekte. Yoğunlaştıkları iş birbirinden farklı da olsa, eşimin dünyaca ünlü, marka olmuş bir isimle karşılaştırılması, bu kadar genç yaşta bu kadar başarılı, göz önünde ve takdir edilen bir kariyeri olması beni çok gururlandırıyor.
Seren Shvo
Amerikalı bir erkekle evlenmenin avantajları/ dezavantajları neler?
Shvo: En büyük avantajı artık vize probleminden kurtulmuş olmak (gülüyor). Şaka bir yana, bence en büyük avantaj, başkalarının hakkında ne düşüneceğine ve seni nasıl görmek istediğine göre yaşamak yerine, kendi içinden geldiği ve istediğin şekilde yaşamanın normal olduğunu düşünmesi ve buna göre davranması. Türkiye’de benimle ilgili, ‘Ne giymiş, Instagram’a hangi resmini koymuş’ gibi haberler çıktığında, Michael çok şaşırıyor; “Kim, neden bununla ilgilenir” veya “Bunun haber değeri nedir?” diye soruyor çünkü burada sadece kariyerinle, başarılarınla, sanatsal ya da sosyal faaliyetlerinle haber oluyorsun. Hakkımızdaki dedikodular bizi strese sokmuyor. Gülüp geçiyoruz.
İstanbul’a sık geliyor musunuz? Burada yatırım planlarınız var mı?
Shvo: Maalesef yoğun iş temposu yüzünden İstanbul’a çok sık gelemiyoruz. Ailemi ve arkadaşlarımı çok özlüyorum ama bizi sık sık ziyarete geliyorlar, hasret gideriyoruz. Michael İstanbul’a hayran, şehri adım adım biliyor. Nusret, onun için bir numaralı et lokantası! Şimdiye kadar dünyanın değişik yerlerinden birçok arkadaşımızı Nusret’e yemeğe getirdik, Michael’i “Enişte hoş geldin” diye karşılıyorlar. Artık siparişi kendisi Türkçe veriyor. Bazen sırf Nusret’te yemek için, Avrupa’dan İstanbul’a birkaç saatliğine uçup geri dönüyoruz. Dünyanın degişik yerlerinde birçok farklı projemiz var. Henüz Türkiye’de bir yatırımımız yok, ama zaman ne gösterir bilinmez.
İtiraf etmeliyim fotoğraflarınızı Instagram’da gördüğüm zaman hayran kalmıştım. Hep özel fotoğrafçıyla mı geziyorsunuz, kendinizi güzel buluyor musunuz?
Shvo: Teşekkür ederim! Elbette kendimi güzel buluyorum, en önemlisi öyle hissediyorum, çünkü bana kendimi dünyanın en güzel kadını gibi hissettiren bir eşe sahibim. Çok küçük yaşlardan beri fotoğraf çekmek ve çektirmekten büyük keyif aldım. Bircok fotoğrafçıyla kendi özel portfolyomuz için sık sık çekim yapıyoruz. Favorim her zaman çok başarılı bir fotoğrafçı, aynı zamanda yakın arkadaşımız olan Josh Ryan. Instagram’da paylaştığım çoğu fotoğrafı çeken de Josh. Size özel çekimleri de o yaptı.
Seren Shvo
Eşinizin bina yapacağı boş benzin istasyonunda düzenlediğiniz sergi büyük ses getirmişti. Nasıl aklınıza geldi de meşhur koyun heykellerini arsaya koydunuz?
Shvo: Valentino, YSL, Tom Ford, Karl Lagerfield gibi isimlerin koleksiyoneri olduğu Fransız çift Francois Xavier ve Claude Lalanne’in parçaları bizim de koleksiyonumuzun ciddi bir kısmını oluşturuyor. Hatta 100’den fazla parçayla dünyadaki en fanatik koleksiyonerlerinden biriyiz diyebilirim. Michael, geçen yaz 24. Cadde’yle 10. Cadde köşesindeki Getty Benzin İstasyonu’nu çok özel bir bina inşaa etmek için satın aldığında, sanat galerilerinin merkezi olan en işlek caddelerden birindeki terk edilmiş benzinci görüntüsünden rahatsız oldu. Bir sabah uyanıp “Benzinciyi çimenle kaplayıp Lalanne koyun heykellerini oraya yerleştireceğim” dedi. Bunun ne kadar parlak bir fikir olduğunu projeyi gerçekleştirdikten sonra anladım. Çok sürreal ve güzel bir sergi oldu ve tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük ilgi gördü. Leonardo Di Caprio, Bette Middler, Katie Holmes, Hugh Jackman gibi ünlü isimlerin de katıldığı çok keyifli bir davet düzenledik. Sergiyi bir buçuk milyon kişi ziyaret etti. Michael, bu sergiyle ‘Sanatın en güçlü 100 ismi’ listesine seçildi.
Sizin sanat veya sanat tarihiyle ilginiz var mıydı önceden?
Shvo: Michael’la tanışana kadar sanatla ilgili hiçbir bilgim yoktu. Duvarda asılı bir tabloya milyonlarca dolar ödemesinin mantığını anlayamıyordum. New York’a yerleştiğimde kültürel ve sanatsal anlamda kendimi çok eksik hissettim. Bütün zamanımı ve enerjimi öğrenmeye adadım. Sanat tarihi okudum, okul dışındaki vaktimi müzelerde, galerilerde dolaşarak, bol bol okuyarak ve araştırma yaparak değerlendirdim. Burada sanatın birçok dalı hayatımızın bir parçası halinde. Doğal olarak içinde yaşadığınız ortam size farkında olmadan çok şey öğretiyor. Michael piyano çalıyor. Metropolitan operasına ve Carnegie Hall’a üyeyiz. Sezonda 15 opera, 30’dan fazla klasik müzik konserine gidiyoruz. Müzayedeler ve sanat fuarları için her yıl mutlaka Londra, Paris, İsviçre ve Miami’ye gideriz. Sanat insanı etkisi altına alıyor ve kesinlikle bağımlılık yapıyor. Sanat eserleri konusunda Michael’la zevkimiz aynı. Koleksiyonumuz da tamamen bizim zevkimizi yansıtıyor, yaklaşık 350 parçadan oluşuyor.
Seren Shvo
Çok farklı bir tarzınız var. Hangi markaları seversiniz?
Shvo: Modayı ve modanın kalbinde yaşıyor olmayı çok seviyorum. Son trendleri ve koleksiyonları takip ediyorum. Kendim için seçim yaparken “Moda mı, değil mi, sezonun rengi mi?” gibi kaygılarım olmaz, iç sesimi dinlerim. En çok tercih ettiğim markaların başında Tom Ford, Alexander McQueen ve Balmain geliyor. Yves Saint Laurent’i de son iki senedir beğenerek giyiyorum. Bunun yanında çok geniş bir vintage-couture kıyafet ve aksesuar koleksiyonum var. Başta Paris olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden ve müzayedelerden alınan, Elizabeth Taylor, Elsa Schiaparelli, Madonna, Danielle Luquet de Saint Germain gibi birçok farklı isim için özel olarak yapılmış eşsiz parçalardan, Christian Lacroix, Dior, Chanel, YSL gibi markaların couture parçalarına kadar çok değişik bir koleksiyona sahibim. Bunlar benim için değeri parayla ölçülemeyecek kadar kıymetli, hepsi birer sanat eseri. Alexander McQueen’in arkadaşı için dikip hediye ettiği tuvalet gibi. Sadece bu koleksiyonu sakladığım özel bir odam var, ileride bir gün bu parçaları sergilemeyi düşünüyorum.