Röportaj: Gülçin İşler Fırat
Fotoğraflar: Canan Yetişti Satkın
Makyaj: Hatice Saka
Fotoğraf Asistanı: Zerin Dere
Selin Denizli Burnaz, kendine has tavırlarıyla, duruşuyla, samimiyetiyle her zaman sevdiğim, bir araya gelmekten keyif aldığım bir isim. Selin Hanım ile bu sefer ikinci çocuğu Kerem Ege'yi kucağına alması vesilesiyle Beykoz'daki evinde bir araya geldik. 4 ay önce ikinci çocuğunu kucağına alan Burnaz, 6 yaşındaki oğlu Mustafa Cem ile objektiflerimize harika pozlar verdi. Anne olmayı çok sevdiğini dile getiren Burnaz, tüm samimiyetiyle ikinci çocuğunu kucağına almadan önce yaşadığı zorlukları, sancılı süreci gözleri dolarak, hüzünlenerek anlattı. "Bazen geceleri uyurken Kerem'e bakıyorum ve 'ya sen benimsin, benim çocuğumsun nihayet geldin küçük prens'" sözleriyle duygularını ifade eden Selin Denizli Burnaz'ın samimi açıklamalarını okurken içtenliğine bir kez daha hayran olacaksınız.
Selin Hanım, ikinci çocuğunuzu Kerem Ege'yi yakın dönemde kucağınıza aldınız. Yeni bebekle birlikte hayatınız nasıl gidiyor?
Bildiğiniz üzere ilk oğlum Mustafa Cem 6 yaşında oldu ve ben onunla birlikte full time anne olmayı seçtim. Bu arada kendimden hiç böyle bir performans beklemezdim, küçükken de "evlenip, çocuk bakacağım" gibi hayalleri olan bir kız değildim. Dolayısıyla hiç kendimi bir anne olarak düşünmemiştim ama Mustafa Cem'i kucağıma alınca anneliğin, birini kendinden çok sevmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu keşfettim. Anne Selin hoşuma gidiyor. Kerem Ege ile güzelleşen, gelişen, olumlu anlamda değişen fazla mesailerim ve kısmen kısıtlanan bir hayatım var. Ama onların yanından başka olmak istediğim bir yer yok. Hayat o bakımdan harika gidiyor.
İkinci oğlunuz planlı ve beklenen bir bebek miydi?
Evet, aslında biz 3 yıldır Kerem'e kavuşmayı bekliyorduk. Ama bizim dışımızdaki sebeplerden dolayı olmadı. Kerem'e sahip olmadan önce çok kayıplar yaşadık, çok uğraştık. Her şeyden önce Kerem'e; bizi seçtiği için ona çok teşekkür ediyorum (ağlıyor)... İyi ki geldi, hoş geldi!
Biraz daha açar mısınız, duygularınızı dinlemek isterim.
Anne olunca çok güzel fotoğraflar çektiriyorsun. "Hoş geldin bebeğim" hatıra albümleri filan yapıyorsun ama bizim Kerem'e kavuşana kadar olan sürecimiz hiç de o fotoğraf karelerindeki gibi rahat olmadı. Öncelikle Allah evlat sahibi olmak isteyen herkese bu duyguyu yaşatsın, çünkü benim bir çocuğum varken bile yaşadıklarım çok sancılı bir süreçti ve beni ve Apo'yu çok üzdü, yordu.
Nasıl bir süreçti?
Öncelikle naçizane bir tavsiye, bu veya herhangi bir sağlık sorununuzu Google'a danışıp kendinize eziyet etmeyin. Bilimsel verilerin pozitifliğine ve Mustafa Cem'e rağmen ben kendimi bir daha çocuğum olmayacağına bu sayede inandırıp hayatı kendime zehir etmiştim. Elbette bilimsel gerçeklikler var, nedenler var ama sonuçta her vaka kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Kerem'e kavuşana kadar hiçbir hamileliğim yolunda gitmedi, sebepleri bulunamadı. Görünürde hiçbir şey yoktu ama sonuç da yoktu... Hormonlarımla birlikte akıl sağlığım da allak bullak oldu. Ne diyelim belli ki biz Kerem'in gelmesini bekliyormuşuz.
Tüm bu yaşananlar arasında pes etmek istediğiniz bir süreç oldu mu?
Hayır, hiç pes etmedim. Benim hayatımda pes etmek yoktur. Ben çok mücadeleci biriyim hayatla, kendimle, karşıma çıkan her olayla... Kedileri kendime benzetiyorum çok, yaralarını yalayarak kapatırlar ya ben de öyleyimdir. Hiç öyle "benim yaram var; kenara çekileyim işte geçene kadar bekleyeyim ya da kendi içimde büyüteyim" gibi biri değilimdir. O yara öyle ya da böyle iyileşecek ve bir yol bulunacak. Bunun ne beni, ne Apo'yu, ne de Mustafa Cem'i yıkmasına hiç izin vermedim. Ama bir gerçek var ki evet yolda çok yoruldum...
Duygularınızı o kadar içtenlikle dile getiriyorsunuz ki ve bunları anlatmak, her şeyi tozpembeymiş gibi göstermemek lazım.
Bu öyle "ikinciyi doğurdum; üçüncüye hamileyim, çok harika" gibi bir süreç değil. Hamilelik zaten her kadın için çok zor bir süreç; düşünsenize içinizde bir insan büyüyor. Bu insan senin o güne kadar içinde biriktirdiklerinle dünyaya geliyor. Bunun sorumluluğu zaten tarifsiz bir değişim ve bu değişime girerken yaşadıkların da var. Hamile kalmaya karar verdiğinden bir ay sonra hemen kalamayabiliyorsun. Her kadının bedeni, yaşantısı farklıdır ve bu süreç kişiden kişiye değişir. Dolayısıyla hamilelikleri de farklı seyredebilir. Bir çocuk sahibi olmak şüphesiz tozpembe bir hikaye, en güzel hikaye hatta ama oraya varan süreç bazen son derece çetrefilli, ağır ve bitirici olabiliyor.
Siz nasıl bir annesiniz?
Anne olduktan sonra dayatılan klişeler vardır ya; "böyle anne olmalısın, çocuğun şu oyuncaklarla oynamalı, şu yaşta okula gitmeli, şu saatte emzirilmeli, uyumalı..." Ben hiç böyle bir anne olmadım ve dayatılan bu prototiplere de, klişelere de karşıyım. Kimseye akıl vermek ne haddime, her anne-çocuk ilişkisi kendinden sonra birkaç jenerasyonu etkileyecek sırlar barındırır. O ilişkilere "Şöyle davranmanız daha uygundur" deme cüretini asla göstermem. Ben iyi bir gözlemciyimdir, hayatım boyunca da öyle oldum. Hikaye yakalayan ve bunu biriktirenlerdenim. Çocuklarım, bizim hikayemizin başrol oyuncuları ben ise geçici yönetmenim. Kendilerinden ne eklemek isterlerse içine ekleyebildikleri, anlık yaşanan, canları nasıl isterse öyle yaşayabilecekleri bir hikaye. Zamanı gelip beni yönetmen koltuğundan kaldırmak istediklerinde müsaademi isterim.
Çocuk büyütürken doğrularınız neler oluyor?
Birey olmaları her şeyden önemli ama bu ülkeye içindeki kadını keşfetmiş ve ona saygı duyabilen erkekler yetiştirmek daha önemli. Çocukların içsel disiplinleri, sosyal terbiyeleri, sosyal çevrede gösterecekleri davranış biçimleri ile ilgili mutlaka ve hatta çok fazla kuralım var. Dilerim bir gün karşıma gelecek kız arkadaşlarından efendiliklerine dair güzel hikayeler dinlerim.
Hamilelik nasıl geçti, zor muydu?
Hamileliğimi bir daha yaşamak çok değişik bir duyguydu. Çünkü genelde hamileliklerimin 2. ya da 3. ayında sıkıntı oluyordu ve sonlanıyordu. O yüzden Kerem'in gelişine kendimi inandırmamak, alışmamak ve kaybedersem yine yıkılmamak istemiştim. 4. ayda artık inandım. Çok şükür ki hamileliklerim zor olmuyor. Mustafa Cem'de de rahat geçmişti, yapacaklarımdan pek geri kalmıyorum; uçağa da biniyorum, denizde de açılıyorum. İlk olarak Mustafa Cem'in hayatıma girişi çok masalsıydı, sarışın, mavi gözlü bir çocuk... Sonrasında da Kerem Ege benim zeytin gözlü kahramanım.
Bu kadar zor süreçten sonra, o ilk an. Ne hissettiniz?
Tarif edemeyeceğim bir huzur, mutluluk, rahatlama, çok uzun bir ağlama... Bazen uyurken Kerem'e bakıyorum ve "ya sen benimsin, benim çocuğumsun nihayet geldin küçük prens" diyorum. Böyle deli deli konuşurken buluyorum kendimi.
Mustafa Cem kardeşini nasıl karşıladı?
Mustafa Cem yaşına göre her zaman çok olgun bir çocuktu. Ben de çocuğunu kandıran bir anne modeli hiçbir zaman olmadım. "Sana şunu yaparsan bunu vereceğim" gibi değil, yetişkin gibi davrandım her zaman ona. Ve dedim ki "Ben seni 33 yaşında doğurmuştum ve senin hayatının en güzel zamanlarında ben yaşlı biri olabilirim ama sana bu yola devam edebilmek için birisi gerekecek. O yüzden de kardeşe çok ihtiyacın var." Mustafa Cem bizim tarafın ilk torunu, o yüzden çok ilgiyle büyüdü ve biz de buna özen göstermeye gayret ettik. Sevginin paylaştıkça daha çoğalan bir şey olduğunu anlattık. Kısacası her şeyi konuşarak halletmeye çalışıyoruz.
Selin Hanım hayatınızda 4 önemli erkek var; babanız, eşiniz, Mustafa Cem ve Kerem. Onların hayatınızdaki önem sıralamasını sorsam nasıl olurdu?
Hayatımda 4 erkek var ve 4'ü de kolay olmayan erkekler. Hepsi kendi içinde kalabalık insanlar, bir kişi olarak bakmamalıyız hiçbirine (gülüşmeler). Kerem'i henüz bilmiyorum ama 3'ü de çok zeki. Çok farklı ilgi alanları var; babam ve Apo için işleri hayatlarındaki her şeyin önünde. Onlarla işten dolayı bağlantı kuramazsan iletişimin sekteye uğrar. O yüzden ikisinin de işine elimden geldiğince hakim olmaya çalışıyorum. Oğlumun da mekanik, elektronik merakı var. Dolayısıyla futbol, elektronik ve mimari anlamaya çalışarak onlara yakın duruyorum. Babamın hayatındaki futbol artık benim
de kendi hayatım oldu. Önem sıralaması olarak diyemem ama yaşanmışlık sıralaması var. 40 yıldır babamın kızı, 10 yıldır kocamın karısı, 6 yıldır Mustafa Cem'in annesiyim.
Futbol sizin hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor?
Çok komik bir örnekle durumu açıklayayım. Geçenlerde eşim şöyle bir cümle kurdu; "Selin çok fazla futbol konuşuyorsun, izliyorsun, her gün ama her gün futbol izliyorsun. Maçlar bitiyor arkasından yorumları seyrediyorsun. Bir sinemaya bile gidemedik" dedi ve sonrasında kahkahalarla güldük (gülüşmeler). Sonra o da kendi söylediğine güldü. O futbol sevmiyor ve anlamıyor da. Ben ise o dünyanın içine doğdum, başka bir şansım da yoktu. İki ihtimalim vardı ya futboldan nefret edecektim ya da çok benimseyecektim. Ben çok sevdim. Futbolu eğlence gibi değil de işimmiş gibi izliyorum. Hiç taraftar olmadım. Hep babamın tarafı oldum.
Geldiğimizden bu zamana üç kere babanızla konuştunuz, fikir alışverişinde bulunuyor musunuz?
Üç ne ki? 33 kere daha konuşuruz ve her konuda fikir alışverişi yaparız. Babalığıyla ilgili sorsanız yıllar içinde ben de bir sürü şeyler anlatabilirim ama yeni dönemde -yani 15 yıldır- arkadaş olduğum, 6 yıldır da dedeliğini gördüğüm ve bir kez daha hayran olduğum bir adam oldu. Babama her gün bir kez daha aşık oluyorum.
Gençlikte insan babasıyla bu kadar iyi iletişim kuramıyor sanki.
Kesinlikle. Gençken ebeveynini kızdırmanın çok matah bir şey olduğunu zannediyorsun. Herkesin her yaptığını son derece kusurlu, eksik ve eleştirilebilir buluyorsun. O dönemlerde insan kendini tanımıyor ki anne, babasını nasıl tanıyıp anlasın?
Değişiyor insan tabii ki.
Kendimi tanımaya, kendi kusurlarımı kabullenmeye başladım. Hatalarımı da, doğrularımı da kucakladım. Kendini sevmeye böyle başladığın zaman da insanları da böyle seviyorsun. Herkesi sevmekten bahsetmiyorum, sevmek istediklerinden bahsediyorum. Evliliklerde de kişinin kendini sevmemesinden kaynaklanan çatlaklıklar oluşuyor bence. Aslında bu karşıya kızmak, karşıyı suçlamakla sonuçlanan bütün ilişkiler için geçerli; iş, aşk, arkadaş fark etmez. Bir şey varsa iki kişi istediği için var; yoksa iki kişinin hataları olduğu için yok. Karşı tarafın suçlandığı ilişkiler biçimini kabul etmiyorum, orada mutlaka iki tarafın da etkisi vardır.
Kız kardeşiniz de hayatınızda büyük yer kaplıyor. Ne ifade ediyor sizin için?
Lal, benim her şeyim ve onsuz bir hayatı düşünemem. 33 kere babamla konuşuyorsam, 33 kere de Lal ile konuşurum. Çocuk aklımla bu kadar güzel bir kızın babama "Baba" dediği an hissettiklerimi bir Allah, bir de ben bilirim. Her kim diyorsa ki "Ben kardeşimi çok güzel karşıladım," yalan. Kim paylaşmak ister ki oyuncağını, elbisesini, hepsi bir kenara babasını kim paylaşmak ister? Ama şimdiki aklımla sorarsanız iyi ki, iyi ki Lal...
Lal de büyüdü çok hoş bir kız oldu. Nasıl bir teyze, peki?
Mükemmel bir teyze oldu. Lal çok farklıdır, rahat, sakin, az kurallı... Mustafa Cem ile aralarında çok özel, çok enteresan bir ilişki var. Mustafa Cem teyzesiyle kuduruyor, bütün kuralları alt üst edebiliyor. Bir de, biz de teyze çok önemlidir, benim teyzem de önemlidir. (Teyze çekim başından sonuna kadar bizimleydi.) Aile bağları bizim için çok özeldir.
Zor dönemleri yaşarken eşiniz nasıl destek oldu?
İkimizin durumu çok farklıydı, çünkü Apo'nun ilk evliliğinden çok güzel bir kızı vardı. Oğlu da olmuştu ve Apo'dan mutlusu yoktu. Fakat benim ne kadar üzüldüğümü ve benim anne olma duygusunu bir kez daha yaşamak isteğimin ne kadar güçlü olduğunu gördü. Sağolsun benim hüznümün gerçekliğini gördü ve arkamda durdu. Bir erkek için, baba olmak fikri, erkeği daha çok olgunlaşmak zorunda bıraktığı için korkutan bir durum aynı zamanda. Erkeklere büyümek zor galiba...
Çok doğru.
Mesela hayatımdaki 3 erkeğe baktığımda aralarında çok büyük bir fark göremiyorum, tepkilerini gösterirken... Ama aynı sebepten de çok seviyorum erkek aklını. Karmaşasız, basit, kolay ve yanlış anlaşılmazsa şahane ilkellikte. Doğuyorlar, belli bir süre gelişiyorlar ve oradan sonra gelişimleri kesiliyor. Kadınınki gibi zor yollardan, karman çorman fikir çatışmalarından, biri bin eden depresiflikten gelmiyorlar. Hormonal dengesizlikler arasında ben de tabii ki biraz yırtıcı ama ondan daha çok hüzünlü biri olmuşumdur süreçte.
Eşiniz, Kerem'i kucağına alınca ne hissetti?
Kerem doğdu ve küçücük bir Apo idi. Apo inanılmaz mutluydu; baka baka doyamadı. Bir yandan bana "3 çocuk babasıyım ben Selo, çok yaşlandım ben" diyor, gülüyor. Ama çok mutlu...
Zor süreçlere rağmen güzel bir evliliğiniz var. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Ortak hayallerimiz, ilerisi ile ilgili yapmak istediklerimiz var. Ne kadar itişirsek itişelim, günün sonunda büyük bir sevgiye ve büyük bir dostluğa dayanan bir ilişki bu. Onun demesiyle ben daha fırlama olanım, o daha çocuk. Ben daha pozitifim, o daha negatif yapı olarak. Bizimki 'Yin Yang' durumu. Ama kapımızı kapattığımız, günü bitirdiğimiz noktada birbirimizin ailesiyiz. Koşulsuz sevgi ve hayatımızın sonunu birlikte getirme arzumuz var.
Benim gözlemlerime göre çiftler, bu tarz zor olaylar yaşadığında ya ilişki çok zedelenir ya da çok güçlenir. Sizin nasıl oldu?
Evet, çok zor süreçti. Bazen kendi kasvetimden sıkıldım. O zamanlarda çalışmak, hayatına devam etmek zorunda olan eşimin keyfini bozduğumu fark ettim. Her ikimiz de birbirimizi yormadan bu süreci akılla atlattık çok şükür. Her şey niyetle ilgili ve bizim niyetimiz mutlu olmak, ailemizi korumak. Bunu da hiçbir ruh haline ve dünyevi derde yedirmek gibi bir niyetimiz yok. Kalben ve aklen verdiğimiz sözlerin arkasındayız.
Hiç göz önünde görmüyoruz sizi diye soracağım ama 2 çocukla zor olsa gerek.
Ben de kendimi görmüyorum (gülüşmeler). Göz önünde olmamak bir tercih. Hayatında bir öncelik sıralaması yaptığın zaman ve önceliklerine çocuklarını koyduğun zaman yaşam alanların tabii ki değişiyor. Açılış, davet vs. tabii ki gidiyoruz, kendimize vakit ayırıyoruz ama bu eski sıklığında yaşanmıyor. Hafta sonları Kasımpaşa'nın maçlarını kız kardeşimle evde izliyoruz. Bize rakip olacak diğer takımların da maçlarını izliyoruz. Eşim hafta içi zaten çok erken kalkıyor ve erken yatıyor. Sitede komün bir hayatımız var, yakın arkadaşlarla evde buluşuyoruz. Böyle çok mutluyuz.
Anne Selin'i konuştuk ama kadın Selin'i konuşmadık. Kadın olarak ne alemdesiniz?
Ben kendimi hiçbir zaman çok kadın görmedim, daha maskülen takılan, erkeklerin ilgi alanına giren şeylerden hoşlanan bir kadındım hep. Kadınlıkla ilgili şöyle bir durumum var; kendimi beğeniyorum ama kendimi sevdiğim için beğeniyorum. Hayatım boyunca yarı çatlak bir insandım, onu da çok güzel muhafaza edebildim. Yaralarımı onarmak istemiyorum, sarkan taraflarım da öyle kalsın istiyorum. Çünkü bu durum insanı çok hikayeli yapıyor. Bir kişiyi mükemmellikten ve sıradanlıktan en çok uzaklaştıran şey hikayeleri... Aklındaki, ruhundaki, vücudundaki çentikler... Ve ben onlar hep kalsın istiyorum. Dolayısıyla kendimle barışık olmadığım bir tarafım yok. Ben içsel yolculuğu bu şekilde yaparken bir kadın olarak oğullarımın, kocamın hayatına elim değiyorsa ve güzelleşmişse, tamam o zaman ben zaten çok güzel bir kadınım.
Selin Denizli'nin iki çocuklu hayatta bir günü nasıl geçiyor?
Eskiden ne güzel aylak zamanlarım varmış diyorum. Bir insanın kesinlikle kendiyle kalacak zamana ihtiyacı var. Bir de zevklerim kendine has; dünya futbolunu, maçları, cinayet filmlerini izlemeyi severim. Dünya kadar okunmayı bekleyen kitabım, tamamlamayı beceremediğim yazım birikti. Onlar sekteye uğradı. Mustafa 7.20'de okula gidiyor, 4'te geliyor. Gün içinde Kerem ile ilgileniyorum ve 4'te Mustafa Cem gelince de onunla ödevler, aktivitelerle geçiyor. Çok yakın arkadaşlarımla aynı sitedeyiz, çocuklarımız da arkadaş. Günüm en çok ev ve ev etrafında ve çocuk odalarında geçiyor.