Türkiye nüfusunun yüzde 30'u Z kuşağı. Bir başka deyişle ülkemizde 25 milyondan fazla 20 yaş ve altında birey var. Daha fazla eşyaya değil, daha anlamlı deneyime sahip olmak isteyen, öncül kuşakları olan Y'den farklı olarak dijital mahremiyetlerine daha fazla önem veren, tek bir kimlik ile tanımlanmayı reddeden, diyaloğa açık ve gerçekçi bir kuşaktan bahsediyoruz. Ve dünyanın gelişmiş ülkelerindeki kuşakdaşlarından hayli farklı dertleri olan bir kuşaktan...
TEPKİSEL KUŞAK Z
Önceki yıl Türkiye'nin üç büyük kentinde, Ankara, İzmir ve İstanbul'da, düşük gelir grubu semtlerde 1507 Z Kuşağı ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdik. Eş zamanlı olarak orta-yüksek sosyo ekonomik statülü ailelere mensup 1257 Z kuşağına da ulaştık. Örneklemimizi 2000-2006 doğumlular temsil etti. Farklı sosyoekonomik segmentlerdeki Z kuşağı gençlerin akıllı telefon kullanma alışkanlıklarından sosyal medya kültürlerine, hobilerinden okuma alışkanlıklarına, müzik beğenilerinden spora, marka tercihlerinden rol modellerine, meslek planlarından hayallerine ve sorunlarla baş etme biçimlerine varan bir evrende çok çeşitli başlıklarda karşılaştırmalı sonuçlar elde ettik. 'Z: Bir Kuşağı Anlamak' kitabımda yayınladığım bu sonuçlarda bir kez daha milenyum çağı gençleri ile yaptığımız çalışmalarda uzun zamandır karşımıza çıkan önemli bir temel değeri gördük: Adalet. 1980 sonrası doğan gençlerin adalet ve eşitlik söylemlerini öncül kuşaklara göre çok daha fazla ve yüksek sesle talep ettiklerine yakın tarihimizde şahit olmuştuk; ancak 2000 sonrası doğan gençlere baktığımızda bu talep daha da belirgin bir hal alıyor. Araştırmamızda her iki mahallenin çocukları da dünyada tek bir şeyi değiştirebilseydin o şey ne olurdu sorusuna ilk sırada adaletsizlik ve eşitsizlik yanıtını verdi. Sadece kendilerine karşı değil; içinde yaşadıkları toplumun genelinde haksızlıklarla karşılaştıklarında tepkisel bir kuşakla tanışıyoruz.
BiR KUŞAĞI ANLAMAK
Peki, ne yapacağız? Ben çözüm önerilerini ebeveyn, eğitmen ve kural koyucu olarak üçe ayırıyorum. Ebeveyn ve eğitmene kuşkusuz çok büyük iş düşüyor ancak kural koyucu yasalarla desteklemediği müddetçe ebeveyn ve eğitmenin çabaları münferit kalıyor; başarı hikayeleri de öyle. Daha da tehlikelisi bu durum genç beyin göçü oranlarımızı da tetikliyor. Okul öncesi eğitimden başlayarak fırsat eşitliği, sürekli yeni üniversite açmak yerine Anadolu'da yaygın biçimde anaokullarının açılması, özellikle de 21'inci yüzyılın gereği olan teknoloji erişiminde fırsat eşitliği, çağdışı ölçme-değerlendirme-yerleştirme metotlarının gözden geçirilmesi, meslek eğitimine odaklanılması, spor ve sanatın sadece ekonomik açıdan şanslı azınlığının lüksü olmasına değil tüm sosyoekonomik seviyelerde erişilebilirliğinin sağlanması ilk aklıma gelen acil çözümlerden.
MODERN EBEVEYNLİK ÇIKMAZI
Bugünün ebeveyninin ise günümüz şartlarında Modern Ebeveynlik Çıkmazı'na düşmesi kaçınılmaz. Ebeveynlik biyolojik bir gerçeklik ve duygusal bir deneyim olmanın çok ötesine geçti ve son iki kuşaktır yoğun bir anksiyete haline dönüştü. Ülkede sıklıkla çocuğu başarılı olan ebeveynin kibire evrilmiş gururu, başarılı olamamış ebeveynin ise kahredici suçluluk duygusu ile karşılaşıyorum. Bütün bu travmanın sorumlusu bizlere dayatılmaya çalışılan ebeveynlik determinizmi. Yeni nesil sosyal kodlar ebeveynliği böylesi bir öğretiye sıkıştırdı. Ebeveynlik adeta bir endüstri haline geldi ve bu yüzden ebeveynler kendi içgüdü ve deneyimlerine daha az güvenir oldu. Kaçınılmaz sonuç ise otoritelerini kullanmaları gereken anlarda daha az etkili olmaları. Yeni nesil ebeveynlere, ebeveynlik içgüdülerine güvenmelerini, otorite figürü olmaları gereken pek fazla an olduğunu hatırlamalarını, çocuklarının sıkılmalarına izin vermelerini (Sıkılma anları çocuklarımızın kendi kaynaklarına dönmelerine ve kendilerini eğlendirmek için alternatifler yaratmalarına yol açar), ekran süreleri konusunda net bir tavır sergilemelerini ve evde bu kültürü inşa etmelerini, çocuklarımızın yeni çağ yetkinliklerini geliştirmelerine ilham olmak için önce kendimizin bu yetkinlikleri geliştirmemiz gerektiğini unutmamalarını, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda çocuklarıyla uzun mesailer harcamalarını, evdeki iş yükü paylaşımına önem vermelerini, çocuklarının problem çözmelerine izin vermelerini (çünkü bu çağda en çok ihtiyaçları olan yılmazlık denen psikolojik sermaye ancak bu biçimde gelişebilir) hatırlatmak isterim.
RAKAMLARIN ARKASINDAKİ İNSAN
Araştırmacılar istatistiklerin diliyle konuşur. İstatistikler rakamlardan oluşur. Ve rakamların kalbi yoktur. Onları kazıyıp altlarındaki insana ulaşmanız gerekir. Yıllardır yaptığımız gençlik araştırmalarında karşımıza çıkan rakamların arkasındaki insanı görmeye çalışıyorum. Rakamları kazıdığımızdaysa ise altından bir de düşsüz gençlik çıkıyor. Türkiye'nin şirketlerinin, markalarının, liderlerinin gençlerini seven bir genç ülke olmamıza katkı koyması dileğiyle...