RÖPORTAJ İREM ORHAN
FOTOĞRAF ŞERİF YILMAZ
Art Deco döneminin ressamlarından esinlenmesine rağmen eserlerini 'ilerici ve modern' olarak nitelendiren sanatçı Alea Pınar Du Pre, resimlerinde incelikli keşiflerden ilham alan ve bunları farklı öykülere bağlayan bir ressam. Viyana'da doğan sanatçı, buranın yoğun sanat ortamından etkilenerek yetişmiş ve çocukluğunda kendi oyuncak bebeklerini dahi kendi üreterek, 12-13 yaşlarında ilk yağlıboya tablolarını yapmaya başlamış. 2000 yılında İstanbul'a yerleşmiş ve 2008 yılında da Türkiye'deki ilk kişisel sergisini açmış. Çalışmalarında sanal ortamı 'gerçek hayat' ile birleştiren Pınar Du Pre ile son üretimleri ve Bebek'te açtığı yeni atölyesi üzerine keyifli bir sohbeti paylaştık.
Bebek'te birkaç ay önce açtığınız Aura Art Hub'ı hem atölye olarak kullanıyor hem de burada farklı sanatçılara destek olduğunuz bir galeri olarak hizmet veriyorsunuz. Nasıl doğdu bu proje?
Aura'yı Amsterdam'da yaşarken hayal etmiştim ve İstanbul'a döndüğümde kendime ait, sıcak, sempatik ve sahile adım mesafesi olacak bir yer açmayı planlamıştım. Bu fikrime ilham veren çok şey oldu. Bunlardan biri, bu tarz çalışan yurt dışındaki birkaç sanatçı arkadaşımdı. Hem stüdyo hem de galerilerini işletip, daha sıcak ve samimi bir ortam yaratıyorlardı. Diğer sebep ise halen çok zamanım yurt dışında geçtiği için, Türkiye'deki hem koleksiyonerlerim hem de sanatseverlerimle daha yakın bir köprü kurma ihtiyacından doğdu. Aslında sırf kendim için bir yer bakarken, bu binayı gördüm ve çok sevdim. Büyük bir bina olduğu için de sadece kendi eserlerimi değil de, bir nevi 'art collective' gibi çalışan bir 'hub' olmasına karar verdim. Sanat hayatımın ikinci evresine profesyonel olarak girdim ve artık sanat piyasasında tutunmanın ne kadar zor olduğunu, yetenek ama aynı derecede de çalışkanlık, profesyonellik ve azim isteyen bir şey olduğunu çok daha iyi biliyorum. Bana ilham veren ise benim bu bilgi kaynağımı ve mentorluk birikimimi yolun başında olan genç sanatçılara aktarmak oldu.
Burada şu anda kurucu olarak sizin eserlerinizin yanında kimlerin işleri mevcut?
Hem yerli hem de yabancı sanatçılarımızı size şöyle sıralayayım: Laura Margarita, Laurie Raskin, Ata Berkol, Ayça Öksüm, Serdar Tekebaşoğlu, Burcu Yavuz, Fatih Yalın, Orkide Akkoç, Seçkin Cebeci, Cengiz Yatağan, Taha Üstündağ.
Şu aralar gündeminizde başka neler var, neler yapıyorsunuz?
Türkiye'de uzun bir aradan sonra ilk kişisel sergim için hazırlanıyorum. Space/Time serimin devamı niteliğinde olacak ve aynı zamanda ilk yaptığım soyut çalışmalarımı burada sergileyeceğim. Diğer yandan uluslararası güçlü bir sanat müdürü ile yeni bir sözleşme imzaladım ve bununla beraber çalıştığım ülke ve galerilere şimdiden beş yeni galeri eklendi. Bundan dolayı Aspen, Las Vegas, Park City, Greenwich, Seoul gibi yeni iş birlikleri için yeni eserler yaratıyorum.
En güncel serginizden bahsedersek; bu sergideki çıkış noktanız ne oldu?
Yarattıklarımla herkesi gerçekçiliğin temel doğasını sorgulamaya davet ediyorum. Bence varsaydığımız bu gerçeklik hiç de bildiğimiz gibi bir gerçeklik değil. Modern bilimin anlayışı; tüm parçaların karıştığı ve bir bütünsellikle birleştiği, kendi içinde bölünmemiş bir evreni göstermektedir. Bu bulgulardan esinlenerek; sanatsal iç dünya ve dış dünya benzetmeleri yaratmaktayım. Dijital sanatın sentetik duruşunun üzerine kurguladığım sahneler, tanıdık ama gerçeklikten uzak kareler sunmakta. Dileğim, bilinen inanış sistemlerini soruşturmak ve kanvasın ötesine bakarak gerçekliğimizi farklı yorumlamamıza ilham vermek.
Söz konusu sergideki üretim tekniğiniz ve ele aldığınız konular neler?
Günümüzdeki sentetik ve dijital dünyamıza gönderme yapmak amacıyla geliştirdiğim göz yanıltıcı bir teknik ile çalışıyorum. Bu tekniğimde eseri ilk önce flu olarak yaratıyorum, üstüne düz çizgilerle en ince cupcake boyama tüplerinden eseri kaydırarak ve parçacıklara bölerek tekrar yaratıyorum. Bu eserlerime, kinetik ve holografik bir efekt veriyor. Yaşadığımız dünya gibi gerçek ile dijitalin arasında kaymalar yaratıyor. Bu tekniğin bir adım ilerisini de yeni başladığım soyut çalışmalarımda da kullanıyorum. Burada ele aldığım konu ise bulunduğumuz alanların ve hissettiğimiz duyguların enerjisel kalibrasyonu. Buna ilham veren Dr. David Hawkins'in 'Güce karşı kuvvet' kitabı ve bilinç ölçeği ve haritası oldu.
Resimlerinizde insan figürüne olan ilginiz ise aşikar. Bunun kaynağı nedir?
Sanat dehasının geçiciyi temellendirmek, anlık varoluşu daimileştirmek yolunda tasarladığı en iyi araç, portredir. Benim portrelerim, bir yandan tekilliklerin bir yandan da süreçlerin durmak bilmeyen mücadeleye kalkıştığı bir varoluş halini konu alıyor. Güzel olmalarına rağmen sert, kimlikleri oturmuş profiller çizen bu kadınlarda asla buyurgan bir tavır yoktur. İzleyene bir şey vaat etmeyen ifadeleriyle bu kadınlar, çekiciliklerini korumayı ise başarırlar. Güçlüdürler; ancak bu gücü eskisi gibi pespaye ve erkeksi bir yaklaşımla değil, açık ince boyunların hakim olduğu bir bakımlılık ve zarafetle ortaya koyarlar. Başarılıdırlar, çünkü üretkendirler. Belli bir gizemi, gücü veya bütünlüğü barındıran yüzler ve ifadeler bana ilham veriyor. Bu kadınların sanki sadece sanat aracılığıyla keşfedebileceğim bir sırları var gibi hissediyorum. Modellerimi tamamen bilinçaltımda işleyen bir süreç ile seçiyorum. Ama galiba, bir yazarın her zaman kendi karakterinden bir parçayı eserine yansıttığı gibi, aynı zamanda kendimi de resmediyorum...