Laura Margarita: ''Sanat kanımda var''

Çocukluğundan gelen anılarıyla dolu renkli dünyasını tuvallere yansıtan Laura Margarita ile karantina sürecini, yeni eserlerini ve sanat tutkusunu konuştuk.

Laura Margarita: ''Sanat kanımda var''

RÖPORTAJ BADE ÇAKAR bade.cakar@sabah.com.tr
FOTOĞRAFLAR KUTUB DALGAKIRAN

2008 yılında ilk defa İstanbul'a gelerek, bir gün bu şehirde yaşamak istediğine karar veren Laura Margarita, bu hayalini 5 yıl önce gerçekleştirmiş. New York ve Milano arasında büyüyen ve şu dönem hayatını İstanbul'da geçiren Margarita'nın kökeni de oldukça zengin... Fransız bir baba ve yarı İspanyol, yarı Dominikli bir annenin kızı olan Laura Margarita, renkli ve eğlenceli bir çocukluk geçirmiş. Çocukluğundan kalan anıları ise bugünkü sanat tutkusunu ortaya çıkartıp, hep beslemiş. Resimlerindeki canlı tonlar ve göreni etkisi altına alan 3 boyutlu etkileri buradan geliyor. Laura Margarita aynı zamanda sanat konusunda cesur davranıyor. Eserlerinde yeni teknikler denemekten korkmayan, gelenekselin dışında bir tarza sahip olan Laura Margarita için resim yapmak içten gelen bir tutku... Karantina sürecini, tutkusuna yoğunlaşarak geçiren Margarita ile bir araya geldik ve hem son eserlerini hem de gelecek planlarını konuştuk.

İzolasyon sürecini nerede ve nasıl geçiriyorsunuz?
Bu süreci İstanbul'da evimde geçiriyorum çünkü burası en rahat ve en güvende hissettiğim yer. Karantina başladığında evi stüdyoya dönüştürdüm. Evdeki mobilyaların büyük bir kısmını göndererek, kendime geniş ve rahat bir çalışma alanı yarattım.

İzolasyon süreci sizde ne gibi etkiler yarattı?
İnsanın uzun süre boyunca yalnız kalması ve kendini korumaya odaklanması, zihinsel olarak çok zorlayıcı. Muhtemelen internet, bu sürece uyum sağlamamızda önemli bir rol oynadı. Karantina, salgınla mücadele sürecinin en etkili unsurlarından biri olduğu için kesinlikle hafife alınmamalı ve büyük bir ciddiyetle uygulanmalı. Evde kaldığım bu süreçte, moralimi en üst seviyede tutarak resim yapmaya odaklanıyorum. Bu süreç bize insanlığın ve içerisinde yaşadığımız sistemin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Tabii ki birçok insan hayatını kaybetti, toplumsal ve ekonomik olarak büyük bir yıkım gerçekleşti ve bu çok üzücü. Fakat tüm bunlara rağmen ben hala olumlu düşünüyorum çünkü doğa bize, onun bizsiz yapabileceği ancak bizim onsuz yapamayacağımıza dair bir mesaj verdi. İnanıyorum ki çoğumuz bu mesajı aldık ve çok daha güzel günler bizi bekliyor.

Evinizi stüdyoya çevirdiğinizden bahsettiniz. Bu süreçte birçok eser de yarattınız, değil mi?
Yaratıcılık ve can sıkıntısı aslında kol kola ilerler. Özellikle son zamanlarda sabahları çok erken kalkıyorum ve çoğunlukla günün nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyorum. Bu süreç bir bakıma, yeni koleksiyonumu bitirebilmem için iyi bir fırsat oldu. Gündelik yaşamın dikkat dağıtıcı unsurlarının olmadığı bu süreç benim için yaratıcı ve üretken geçiyor. Mevcut koleksiyonumun yanı sıra yeni planlara da vakit ayırdım.

Sanata olan ilginizi ne zaman ve nasıl fark ettiniz?
Çocukken annemin beni New York'ta bir sanat galerisine götürdüğünü, oradaki yağlı boyaların büyüleyici renklerine aşık olduğuma ve annemin beni saatlerce oradan dışarı çıkaramadığına dair canlı anılarım var. Gözlerimi alamadığım çok sayıda renk olduğunu hatırlıyorum. O günden beri resim yapıyorum. Hatta o yaşta resimlerime ismimin ilk iki harflerinden oluşan 'LaMar ' imzası atmaya karar vermiştim. Hatırladığım ilk anlarımdan biri, New York'ta bir Jackson Pollock tablosunun önünde durduğum andı. Ertesi gün, annem eve geldiğinde evin duvarlarının birçok farklı renge boyandığını görmüştü. Annem de babam da sanatseverdir. Çocukluğumdan beri beni sergilere götürürlerdi. Müzelerin müdavimlerindendik. Teyzemin bir sanat galerisi var ve kuzenlerimden bir tanesi de sanat koleksiyoneri. Öyle sanıyorum ki sanata olan düşkünlüğüm ve tutkum kanımda var.

Çalışma stilinizi ve tekniğinizi nasıl tanımlarsınız?
Soyut dışavurumculuk. Bunu bir tarzdan ziyade bir duygu biçimi olarak görüyorum. Benim çok geleneksel olmayan bir tarzım olduğunu söyleyebilirim. Daha fazla doku verebilmek adına farklı malzemeyi kullanmayı seviyorum: alçıtaşı, kum, kahve ve tuz gibi. Tablolarımı daha çekici hale getirebilmek için sürekli yeni teknikler deniyorum. Resmin gövdesini katman katman oluşturuyorum. Tarzımı ve tekniğimi geliştirirken pek çok başarısız denemem oldu. Bazen günlerce hatta haftalarca uğraşıp çöpe atıp, yeniden başladığım tablolarım oldu.

Yorucu gerçekten, nasıl başlıyorsunuz yeni bir esere?
Genellikle tuvali masaya veya yere koyarak çalışırım. Büyük boyutlu tuvallerle çalışmaktan daha çok keyif alırım. Öncelikle renge ve kullanmak istediğim materyale karar veririm, bunları karıştırdıktan sonra işi tuvale bırakırım. Kafamda hiçbir zaman önceden resmin neye benzeyeceğine dair bir kurgu yapmam.

Peki, size ne ilham veriyor?
En çok okyanustan ilham alıyorum. Güzel ve renkli çocukluk anılarımın çoğu, plajda ya da okyanusta yüzerken. Çocukken, annem ve babamın beni denize götürmesi için sabırsızlanırdım. Resimlerimde mavi tonlarının ağırlıkta olmasının en önemli sebeplerinden biri bu. En büyük ilham kaynaklarımdan biri annem. İşten eve gelip duvarları rengarenk gördüğünde her zaman bana gülümser ve onların ne kadar güzel olduğunu söylerdi. Bana verdiği cesaret ve destek bugün hala en büyük ilham kaynaklarımdan biridir.

Geçmişe dönseniz hangi sanatçıyla bir araya gelmek isterdiniz?
En çok savaş sonrası dönemde ve soyut tarzda resim yapan ressamlara hayranlık duyuyorum. Barnett Newman, Willem de Kooning ve Jackson Pollock en beğendiklerim. Bu üç büyük ustayla tanışabilmek ve onlardan bir şeyler öğrenebilmek çok isterdim. Onların eserlerindeki sadelik ve enginlik büyüleyici.

Dönem dönem, eserleriniz tamamlamakta zorlanıyor musunuz? Böyle bir tıkanma döneminde kendinizi nasıl motive ediyorsunuz?
Bugüne kadar tam olarak böyle sürecini yaşadığımı söyleyemem fakat dönem dönem içimden resim yapmak gelmediği olmuştur. Burada en önemli kriterin ilham olduğunu düşünüyorum. Bazen günlerce, haftalarca resim yapamadığınız olur, bazen de haftalarca kafanızı tuvalden kaldıramazsınız. Hepimiz insanız ve kimi zaman ilham kaynağımızı kaybederiz. Bu gibi durumlarda resim yapmamayı daha doğru buluyorum. Onun yerine yakın arkadaşlarımla vakit geçirmeyi ve Boğaz'da yürüyüş yapmayı tercih ediyorum.

Eserleriniz nerelerde sergileniyor?
Tablolarımın sergilendiği ilk büyük müzayede evi Roma'daki Colasanti Aste oldu ve hala tablolarımı sergilemeye devam ediyorlar. Bunu dışında restoran zinciri Bagatelle için hazırlamış olduğum ufak bir koleksiyon da restoranın New York, Miami ve Londra şubelerinde sergileniyor. Halihazırda ise İstanbul'daki Summart Sanat Merkezi'nde sergilenecek olan koleksiyonum üzerine çalışmaya devam ediyorum.

İstanbul'da yaşıyorsunuz. Bu şehrin size ve çalışmalarınıza etkisi nasıl oluyor?
İstanbul'a ilk defa 2008 yılında geldim ve buraya geldiğim gün, bir gün mutlaka bu şehirde yaşayacağımı biliyordum. Bu şehir sadece Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlamakla kalmıyor aynı zamanda geçmişle geleceği, gelenekselle moderni de birbirine bağlıyor. Bu şehrin her yerinden adeta tarih fışkırıyor. Örneğin tuval almak için sık sık gittiğim Kapalıçarşı bile 500 yıllık bir yapı. Burada yaşadıkça, farklı imparatorlukların neden İstanbul'u başkent olarak seçtiklerini daha iyi anlıyorum. Bu şehre aşık olmamak mümkün değil. Daha önce de belirttiğim gibi benim en büyük ilham kaynağım deniz ve ilham alabilmek için Boğaz'dan daha büyüleyici bir yer düşünemiyorum.

Gelecek için plan ve hayalleriniz neler?
Yakın gelecekte öncelikli planım İstanbul'da Summart Sanat Merkezi'nde sergimi gerçekleştirebilmek. İlerideki dönemde gönlümden geçen ise tablolarımın İstanbul Modern'de sergilenmesi. En büyük hayallerimden biri de tablolarımın bir gün Venedik Bienali'nde sergilenmesi.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.