RÖPORTAJ NAZAN ORTAÇ nazan.ortac@sabah.com.tr
FOTOĞRAFLAR İSA ARSLAN
Les Benjamins Kadın Koleksiyonu baş tasarımcısı Lamia Al Otaishan Aydın ve ressam Sedef Gali'nin yakın arkadaşlıkları ikonik bir işbirliğine dönüştü. Sedef Gali, kendi stüdyosunda Les Benjamins İlkbahar Yaz 2020 koleksiyonunda yer alan çantalardan, 17 parçalık kapsül bir koleksiyon üretti. Koleksiyona dair detayları konuşmak için Lamia Aydın ve Sedef Gali ile, korona virüs karantinasının henüz başlamadığı günlerde Les Benjamins'in Nişantaşı mağazasında bir araya geldik…
Nasıl bir araya geldiniz? Önceden tanışıyor muydunuz?
Lamia Aydın: Kadınlar Günü için özel bir projemiz vardı ve Sedef Gali bunun için mükemmeldi.
Sedef Gali: Bünyamin ve Lamia iyi arkadaşlarım. Les Benjamins ekibi ile de sık sık görüşürüz. Uzun süredir işbirliği yapmak üzerine konuşuyorduk, Kadınlar Günü projesi için bir araya gelerek hazırlanmaya başladık.
Neler var koleksiyonda?
Lamia A: Sedef, SS20 ve FW20 koleksiyonlarımızda yer alan 17 adet çantanın üzerine resim yaptı, 12 tanesi FW20'de tanıtılacak en yeni mikro çantamızdı.
Sedef G: Les Benjamins'in yeni tasarım çantaları üzerine yağlı boya, akrilik ve farklı ek malzemeler kullanarak günlük tasarım objelerine sanatsal bir dokunuş ekledim. Her bir parçadan yalnızca bir adet bar. Genelde eserlerim büyük ebatlarda olduğundan, 2 metreye sığdırdığım bir portreyi 'micro bag'ler üzerine boyamak da detaycı ve farklı bir deneyim oldu benim için.
Nasıl bir tasarım işbirliği yaptınız?
Sedef G: Lamia şahane bir kadın koleksiyonu hazırladı. Bünyamin ile Lamia tasarım fikirleri paralel ilerleyen bir çift. Onların tasarım üsluplarına, markanın sokaktaki duruşuna, sanatçılarla önceki iş birliklerine aşinayım. Lamia'nın tasarladığı bu çantaları özgün birer sanat eseri haline getirdik.
Lamia A: Her şey kolay ve eğlenceliydi. Sedef'in stüdyosuna gittim, orada çok güzel resimler gördüm, birlikte ne yapmak istediğimizi konuştuk ve sonuç şaşırtıcıydı.
Felsefesi nedir koleksiyonun?
Sedef G: Sanat eserlerinin merchandise, yani mal/ürünleştirilmesinin bazen sanat eserinin otantikliğinden götürdüğünü düşünüyorum. Örneğin, turistik Avrupa şehirlerinde gördüğümüz ünlü tablolardan yastık, yorgan, defter, şemsiye vs üretimi, eserin beyaz küpteki saygınlığından, orada eserin orijinali ile buluşma zevkinden eksiltebiliyor. Ancak bu denklemin tam tersi, yani bir ürünün sanatçı dokunuşu ile orijinalleşmesi ürünün sergilenebilirliğini arttırıyor. Artık bir sürü büyük markanın kreatif ekibini geliştirdiği, sanata daha çok yer verdiğini görüyoruz. Gucci ile Ignasi işbirliği, CJ Hendry ile Louboutin işbirliklerini de gördükten sonra markaların sanatçı işbirliğine olan ilgileri yadsınamaz.
Lamia A: Çanta ve ayakkabı koleksiyonumuz, uçurum ve kayalıklardan ve Türkiye'nin güzel doğasından esinlendi.
Resimleri, bu tasarım felsefesiyle nasıl buluşturdunuz?
Sedef G: Eserlerim arasında tek bir kadının portresini anlatıyor. Farklı yüzler, farklı zamanlar ve mekanlarda yüzen, başka yüzlerde, bedenlerde kendini bulan bir kadın. Les Benjamins ile bu kadının yansımalarını çantalara taşıdık. İfadeleri ve renkleri ile yeni bir beden buldu, Kadınlar Günü'nde güçlü ve yaratıcı kadınlara ithaf ettiğimiz koleksiyon da alıcı ile buluştu.
Lamia A: Çantaların hepsi siyah, bu yüzden Sedef'in resmetmesi için eğlenceli bir tuval oldu.
İşbirliğinizin devamı gelecek mi?
Lamia A: Tabii ki!
Sedef G: Bünyamin, Lamia ve Zohaer (Les Benjamins Marketing Direktörü) ile her zaman yeni fikirler üzerine konuşuyor, dünya trendlerini yakından takip ediyoruz. Bu yaz Bodrum The Edition Hotel'de, galeri ve atölye olarak kullanılan sanatçı kolektifi ArtHouse by Sedef Gali, hizmete açılacak. Les Benjamins ile bu yaz sürpriz iş birliklerimiz devam edecek.
Lamia Hanım, ne zamandır Türkiye'desiniz ve ne zamandır Les Benjamins markasıyla çalışıyorsunuz?
Lamia A: Neredeyse 7 yıl önce Türkiye'ye taşındım ve 3 yıl önce Les Benjamins ile çalışmaya başladım.
Les Benjamins'den önce neler yapıyordunuz?
Lamia A: Arkadaşımla bir moda markamız vardı.
Markanın kadın koleksiyonunun baş tasarımcısısınız; markanın tasarım kodlarını anlatır mısınız? Kimdir Les Benjamins kadını?
Lamia A: Les Benjamins kadını benim kız kardeşim, annem, arkadaşım. Bir yazar, bir öğretmen, bir bilim insanı. Les Benjamins kadını her kadın.
Marka, inovatif tasarımlarıyla öne çıkıyor. Tasarım ve teknik inovasyonu bir araya getirmenin zorlukları neler?
Lamia A: Moda dünyasında her daim öğrenir ve gelişirsiniz. Atılacak her adımda, işlevsel ve şık bir tasarımı, yeni ve zamansız bir şeyi bulmak için birbirimizi zorluyoruz. Asıl sınav, kendimi her gün daha fazla bilgi edinmek için zorlamak.
Siz kendi stilinizi nasıl tanımlarsınız? Tam bir Les Benjamins kadını mısınız?
Lamia A: Kesinlikle bir Les Benjamins kadınıyım, tasarladığım her şeyi seviyorum ve her zaman giyiyorum. Beni bir çift kot pantolon ve Les Benjamins blazer veya botlar ve bir elbise içinde görebilirsiniz, tarzım her gün ruh halime göre değişir.
Bu sezon ilkbahar-yaz koleksiyonu için neler hazırladınız? Neler moda olacak, neleri artık giymeyelim?
Lamia A: SS20 koleksiyonumuz Seul'den Busan'a uzanan bisiklet parkurlarından ilham aldı, bazı teknik kumaşlar ve detaylar gördünüz, ancak daha sonra koleksiyonun kadınsı ve yumuşak tarafını keşfettiniz. Trendleri takip etmiyorum, sevdiğim ve beni mutlu eden şeyleri giyiyorum. Ben kesinlikle kurallara uymuyorum.
Eşiniz Bünyamin Aydın ile birlikte çalışıyorsunuz; avantajları ve dezavantajları var mı?
Lamia A: İkimiz de yaratıcıyız ve aynı şekilde düşünüyoruz, bazen zor olabiliyor, ancak birlikte çalışmanın en iyi yanı, her gün en iyisini yapmak için birbirimizi zorlamamızdır.
Bünyamin Aydın, moda tasarımının dahi isimlerinden… Tasarım yaparken birbirinizden ne kadar ilham alıyorsunuz?
Lamia A: Yan yana çalışıyoruz. Tasarlarken ikimiz de erkek tasarımlarından kadınlara bir detay ekleyerek veya kadınlardan erkeklere bir kumaş kullanarak birbirimizden ilham alıyoruz. Koleksiyonu gördüğünüzde, her ikisinin de aynı aileye ait olduğunu, ancak her birinin bireysel bir kişiliği ve ruhu olduğunu anlıyorsunuz.
Sedef Hanım, siz genç kuşağın tanınmış ressamlarındansınız… Nasıl başladı sanat aşkınız? Küçükken her duvarı boyayan çocuklardan mıydınız?
Sedef G: Annem bu soruyu görünce çok gülecek. Çünkü ben çocukken benim odamın duvarları her hafta silinirmiş. İki elim de dolu, duvarları boyadığım fotoğraflarım vardır. Büyükada'da sokak duvarları boyama etkinliklerine katılırdım. Ancak 4 yaşlarındayken resim dersine başladım. Ailemde herkesin eli yatkındır resme, o konuda şanslıyım. İlkokulda her ne kadar derste resim yaptığım için öğretmenimi çileden çıkarmış olsam da, şimdi o da memnun durumdan. İlkokul öğretmenimle hala konuşur, sohbet ederiz.
Ama New York'ta iç mimarlık okumuşsunuz; neden güzel sanatlar değil? İç mimarlık da yapıyor musunuz?
Sedef G: Pratt Institute'tan BFA ile mezunum. Aslında diplomam güzel sanatlar diploması, okulumuz da dünyanın önde gelen sanat okullarından. Mezun olduktan sonra New York'ta hep inşaat/design firmalarında çalıştım. Bir dönem Teksas'a gidip orada restoranlar bile tasarladım. Mimarlık algınızı şekillendiriyor, farklı düşünmeyi kompozisyonu öğretiyor. Farklı hünerler ediniyorsunuz. En önemlisi de çizim, rendering programlarını ve farklı materyalleri kullanmayı biliyor olmak. Sanatçı artık her yönden kendini geliştirmeli, yalnızca el becerisi yeterli olmuyor. Ben sergilerimi de bir "deneyim" olarak yaşatmaktan yanayım. Bunun için de izleyicinin mekandaki sirkülasyonuna hakim olmalıyım ki, sergi yalnızca resimlere bakmaktan öte, hafızada kalıcılık yaratabilsin.
Renkli, görkemli tablolarınızla biliniyorsunuz. İç dünyanız da o kadar renkli mi? Sanat yöneliminizi nasıl tanımlarsınız?
Sedef G: İç dünyam tabii ki renkli, bir renk cümbüşü. Ancak biliyorsunuz ki tüm renkleri birbirine karıştırınca siyah olur, balçık olur, hiçbir renk gözükmek, ayrışmaz. Işıkta ise tam tersi, tüm ışık renklerinin birleşimi beyaz ışıktır, aydınlıktır. O yüzden ben iç dünyamda bu siyah ile beyaz arasındaki dengeyi tutturmaya çalışıyorum diyelim. Olabildiğince ışıkta kalmayı, hayatın tüm renklerini görüp sindirip, dünyada geri resmetmek istiyorum. Sanatın beyaz kübe zincirlenmiş kalmamasını, sokağa, farklı mekana, ruhuna işlemesini istiyorum. Tecrübelerinle bağ kursun, hafızanda bir yere bir boya darbesi bıraksın istiyorum.
İlk kez mi bir moda markasıyla işbirliği yapıyorsunuz?
Sedef G: Daha önce farklı işbirliklerim oldu. Ben farklı markalarla çalışmaktan keyif alıyorum. Her markanın kendi vizyonu, misyonu var. farklı tasarım süreçlerine şahit oluyorum, kendi yaratım sürecime de çok faydası oluyor. İki tencereden yemek koyuyorsunuz tabağa, herkesin üslubu, baharatı farklı. Ortaya çıkan ürün kadar, markamın farklı bir medyumda nasıl yer aldığı heyecanlandırıyor beni.
Sanatınız modadan ne kadar etkileniyor?
Sedef G: Modadan, trendlerden, akımlardan farkında olmasak bile toplum olarak etkileniyoruz. Kısa süreli trendleri yakalasam da uygulama konusunda daha zamansız olmayı seviyorum. Sanat trendleri de var tabii, arsty, artnet gibi mecralarda iyi bir göz ile sanatın sektörleşmesini, yeni trendleri inceleyebilirsiniz. Ancak benim amacım zamansızlık, kalıcılık. Moda algımda da bu böyle, eserlerimde de. Karakterlerim zamansız olsun, mekansız olsun. Aidiyetleri olmasın.
Sizin modayla aranız nasıl? Stilinizi nasıl tanımlarsınız?
Sedef G: Modayla tabii ki aram iyi. Kostüm sanattır. Benim için de büyük keyif. Hem tasarlamak, hem de giymek! Eserlerimde ghetto-fab renk ve materyal algısı, kendi stilimi de etkiliyor. Daha önce kendi koleksiyonumu da hazırlamıştım başka bir işbirliğinde. Stilimi de özgün, otantik ve abartılı olarak tanımlamak isterdim, özel günlerde bu böyle ancak günlük formam siyah tişört, siyah kot, siyah bot, vintage kemer ve altın takılardan oluşuyor.
Çalışırken sizi motive eden şeyler neler?
Sedef G: Öncelikle müzik. Çalışırken hem dinler hem söylerim. Müzik bir katalizör gibi. Farklı ses katmanlarının algımda oluşturduğu renkleri kağıda, tuvale dökebilirim. Ancak çalışmaya başlamadan önceki ilham kaynağım şehir, şehrin kaosu, insanları. Özellikle bu kadar dokulu, rengarenk, farklı tarihlere, kültürlere ve karakterlere kalbini açan bir şehirde yaşamak başlı başına bir motivasyon. İstanbul'un kendi içinde barındırdığı tezatları, kontrastları; gürültüsünü ve akışını yavaşlatan Boğaz'ı, kediler ve martılar, iki yabancı balkonu birbirine bağlayan, gökyüzünü kaplayan temiz çamaşırlar varken, bir sanatçı daha ne ister?
Nerelerden ilham alırsınız? İlham aldığınız sanatçılar kimler?
Sedef G: Sokak, insan ve ifadeler. Yaşamadığım dönemler, tarih, tarihin toplumu, böylece sanatı ve sanatçıyı/izleyici/okuyucuyu nasıl şekillendirdiği. İlham aldığım sanatçılar arasında Rönesans dönemine bahar getiren Boticelli, modern sanatı rengarenk ve mistik bir tecrübe ile bize sunan Pipilotti Rist, sohbet etme şansı bulduğum otobiyografik işleriyle tanıdığımız Tracey Emin, son yıllardaki ışık ve renk kullanımı ile Chloe Wise ve farklı objeleri entegre ettiği işleri ile Mario Soria ilgi duyduğum isimlerden. Klimt'in altın dönemi, Picasso'nun mavi periyodu ve Kandinsky'nin Der Blaue Reiter kolektifi ve sürecinden de oldukça etkilendiğimi söylememe gerek var mı bilmem. Tabii ki Warhol'un sanatını yaşayışı, kendisi, yaşamı ve varlığıyla bütünleşmesi de bir yol gösterici ışık oluyor bana. Yaptığım işten öte bir kimlik haline geliyor.
Gündemde yeni işbirlikleri ve sergiler var mı?
Sedef G: Her zaman yeni işbirliklerine açığım. Bu yaz Bodrum The Edition Hotel'in Culture&Entertainment Direktörlüğünü üstleniyorum ve Art House'u, eserlerimi, farklı sanatçıları da desteklediğim bir sergi alanı olarak The Edition Hotel'e açıyorum. Yeni sergim aslında nisanda gerçekleşecekti. Ancak dünyamızın bize verdiği sinyaller sonucunda erteleme kararı aldık. Şimdilik kesin tarihini bilemiyorum. Birkaç senedir üzerinde çalıştığım bir proje, 'Hisli Harikalar Kumpanyası'. Sergiyi, Siyah Beyaz Galeri ve prodüksiyonunu da Uğurhan Akdeniz üstleniyor. İstanbul'un bu dışı şeker kaplı, içi darmaduman ruhundan esinlendiğim bu serginin farklı performansları da içinde barındıracağı açılış günü için çok heyecanlıyım.
Hissi Harikalar Kumpanyası'ndan bir bölüm paylaşayım sizinle:
Sevdiklerim ve sevmediklerimin beni ben yaptığı bir hikayedeyim. Aidim, hem kendime hem başkalarına. Numaram, odam, yerim belli de olsa, bırakıp gidemeyecek kadar bağımlı da olsam buraya, aslında "yer"sizim, evimi kalbimde taşıyorum, kendimde yaşıyorum. Her gün yeni bir bene de uyansam, yeni kokular da sinse ruhuma, yine benim. Birbirinden renkli, bazen en karanlık maskelerimi de giysem, yine benim. Bir ben görürüm beni. Onlar hoşgelsinler, yine gelsinler. Bedenim eskileri duysun, yenileri tatsın.
Zamansız ve mekansızım. Doğrudaki hiçbir noktaya ait değilim, tek bir yöne gitmek zorunda değilim.
Aslında en gerçek, en saf alan burası. Her travmanın, iç sesinin nefeslere doluştuğu, kendini gösterdiği yer burası. Tıpkı rüyalar gibi, dil sürçmeleri gibi, bilinçaltının yüzeye çıktığını görebiliyorum. Sadece seni değil, hepsini. Her hikayeyi anlatmıyorlar bana, ama ben okuyorum.
Arasında uçsuz bucaksız yollar olduğu sandığım duygularım aslında ince bir çizgiyle ayrılıyormuş. Yan yanalarmış çok hissedilenler, sadece farklı nehirden dökülüyormuş. Geç öğrendim. Ama daha önemlisi, çok hissettiklerimi doğru kullanmayı öğrendim.
Belki severim kim bilir, belki ben de severim. Ama ne fark eder?
Hayatın kadını, yepyeni karakterler yaratır. Binbir role bürünür, binbir bene soyunur. Olmayan insanlara dönüşür de kendinden bir parça kalır o portrede. O parçaya tutunurum ben de. Bir parçadan bir bütün çizerim, bir benden bin beni boyarım.
Bu yalnızca bir değil binlerce kadının portresi. İstemeden dokunulmuş, susmuş, susturulmuş ama yine de rujunu sürüp küpesini takıp en rengarenk haliyle çıkmış karşınıza. Hepimiz gibi."