Pınar Tunç: “Bu dönem iç dünyamızı zenginleştiriyor”

Türkiye’nin ilk ve tek çini mürekkebi ressamı Pınar Tınç’ın yeni eserleri, mayıs ayında İstanbullu sanatseverlerle buluşacaktı. Eylüle ertelenen sergiyle ilgili olarak konuştuğumuz sanatçı, “Bu zor durumlarda yaratıcılığımız, direncimiz ortaya çıkıyor. Ey

Pınar Tunç: “Bu dönem iç dünyamızı zenginleştiriyor”

RÖPORTAJ NAZAN ORTAÇ nazan.ortac@sabah.com.tr

Doğadan beslenen bir sanatçı için evde kaldığımız bugünler çok zor olmalı… Pınar Tınç, bu zorluklardan beslenmeyi seçmiş; "Biraz daha karanlık çalışmaya başladım" diyen sanatçı, dönemin sanatına yansımasını şöyle betimliyor: "İçime döndükçe, iç sesime kulak verdikçe sanki fazlalıklarımdan kurtuluyorum. Neyi boşuna taşıdığıma, neyi bırakmam gerektiğine daha çabuk karar veriyorum. Bu da gösteriyor ki kapalılık dönemi benim için de bazı yeniliklerin habercisi olabilir…"

Resim sanatıyla ve çini mürekkebiyle tanışmanız nasıl oldu?
Çok başarılı bir öğrenciydim. Okumayı babamın gazetelerine bakarak kendi kendime öğrendim, liseyi erken bitirdim. O zamanlar Bozcaada küçük bir köydü. Böyle başarılı olduğum için, annem babam bana güvendiler ve güzel sanatlar okumama karşı çıkmadılar, hatta desteklediler. Herhalde adadaki yalnızlığımız ya da daha doğrusu yalınlığımız beni resme doğru iten en önemli etkenlerden biriydi. Çocukluk hayallerimi, özellikle de adadaki minik ve samimi hayatımızın bana hediye ettiğini düşündüğüm pırıltılı rüyalarımı, o rüyalardaki küçük kızı resmetmekten büyük haz alır oldum. Mürekkeple de tanışmam bu hayalperestliğim sayesinde karşıma çıktı. Eşimle İstanbul'daki işlerimizi bırakıp, maceraya atılmaya karar verdik. Taa Hint Okyanusu'nun ücra bir köşesinde kaybolmuş, haritada bile görünmeyen küçücük bir yanardağ adasına yerleştik; La Réunion adası. Fransa'ya ait bir toprak ve o minicik yüzölçümünün içine halen aktif bir yanardağ, akıl almaz yükseklikte ve derinlikte vadiler, binlerce metrelerde zirveler, koca koca akarsular, nehirler, Unesco Dünya Hazinesi ilan edilmiş ormanlar, sayısız bitki, meyve, hayvan ve Çin, Hint, Tamul, Malgaş ve adını bilmediğim daha birçok kökenden insan ve kültürü birleştirebilmiş mozaik bir cennet. Çini mürekkebi ile de orada tanıştım. O minik ama devasa yanardağ adasının renklerini, motiflerini, figürlerini başka bir şekilde kağıda dökmenin yolu yoktu. Canlı renkleri kağıdın üzerinde adeta havai fişekler gibi patlatan tek malzeme çini mürekkebi oldu.

Bozcaada ile La Reunion adası arasında paralellik kurdunuz mu?
Çok mutlu bir çocukluğum oldu. Kalabalık bir aile olduğumuz için adalı olmanın yalnızlığını çok yoğun şekilde yaşamadım. Akrabalar, konu komşular, tanıdıklar, her zaman yalnızlığı ve uzaklığı paylaşacak birileri vardı. Adalı hayat, izole yaşam beni resme daha da yaklaştırdı. Hayal dünyamı, iç dünyamı daha çok beslememe sebep oldu. La Réunion adası, Bozcaada'dan çok daha büyük ve kalabalık. Hayat çok daha hareketli. Ama yine de insanlarda adalılık hissi hakim. İnsanlar birbirlerine daha çok yardımcı oluyor, çünkü herkes aynı kaderi paylaşıyor. Bozcaada'daki sıcaklığı, yumuşaklığı bazen orada da buldum.

Mayıs ayı itibariyle İstanbul'a gelecekti serginiz 'İyi Geceler Bebeğim'… Serginin çıkış öyküsünü anlatır mısınız? Nedir felsefi olarak anlamı?
Fransızcası 'Bonne Nuit Mon Bébé', yani 'İyi Geceler Bebeğim'de çocuklarımla olan hikayelerimden yola çıktım. Onlar sayesinde kendi çocukluğumla karşılaştım, çocukluluğum tekrar yüzeye çıktı. Hem Bozcaada'da hem Réunion'daki ortak hikayelerimiz de katıldı ve hepsi birbirleriyle karışmaya başladı. Adeta rüya içinde rüya görmek gibi. Bu sergideki bazı resimlerde havada asılı kalmış kızlar bu hissi tasvir ediyor. Yüzlerce motif içinde rüyalar alemine yükselen kızlar hem beni hem kızımız Ada'yı hem de hayalperest dünyalarında derin ve huzurlu bir uykuya dalan bütün kadınları tasvir ediyor. 'İyi Geceler Bebeğim', aslında kadın olsun erkek olsun hepimizin bir iç dünya adasında yaşadığını, bu adaların birbirleriyle bağlantısı olmadığını, birbirlerimizin hayatına ancak denize atlayarak ulaşabileceğimizi, fakat zaman zaman adamıza çekilebileceğimizi ifade ediyor.

Serginin geleceği ile ilgili bir karar verildi mi? Beklemede misiniz?
Salgın sebebiyle mayıs ayı için programlanan sergim eylül ayına ertelendi. Aslında böyle bir durumda sergi düşünmek ne kadar abes diyebilir insan. Fakat bence asıl bu gibi zamanlarda resim ve sanat, hatta iç dünyamızı zenginleştirecek her türlü etkinlik vazgeçilmez oluyor. Yaşam şartlarımız güçleştikçe gördüğümüz resimler, okuduğumuz şiirler, sevdiğimiz romanlar, dinlediğimiz müzikler daha da çok anlam kazanıyor bence. Bu zor durumlarda yaratıcılığımız, aklımız, direncimiz ortaya çıkıyor. Bu yüzden serginin ertelenmesine çok üzülmedim. Eylüle kadar hayallerim, rüyalarım, resimlerim benimle beraber, birlikte yol alacağız, zorlukları paylaşacağız.

Şu sıralar evdeyiz malum… İki çocuğunuz var; evde nasıl vakit geçiriyorsunuz?
İşin sırrı saat gibi kurulu olmakta. Yoksa sıkıntıdan kurtulmak mümkün değil. Ev işleri de var tabii. Görev dağılımları yapılıyor. Temizlik, bulaşık, çamaşır, Kerem de Ada da yardım ediyorlar. Geceleri resim yapmaya bile zamanım ve enerjim kalıyor. Tek eksiğimiz babamız. Kendisi La Réunion Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Uçuşlar iptal edildiğinden adadan dönemedi. Ama her gün konuşuyoruz. Bazen bize fotoğraflarını gönderiyor kıskanıyoruz... Bu makaleyi okursa ona da selam gönderiyorum: "Seni ilk uçakla bekliyoruz babamız!"

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.