Murat Atabarut'un ilk romanı...

Mimar Murat Atabarut, ‘Kış Masalları’ adlı romanı ile edebiyat dünyasına “Merhaba” dedi.

Murat Atabarut'un ilk romanı...
Gürcistan'dan Türkiye'ye göç etmiş bir ailenin yaşamına odaklanan 'Kış Masalları'nın bir bölümü 18. yüzyılın Gürcistan'ında, bir bölümü de 40'lı yılların Bursa'sında geçiyor. 400 yıllık İstanbullu bir ailenin çocuğu olan ve bu kez yazar kimliğiyle karşımıza çıkan Murat Atabarut, kitap için araştırma yaparken büyükdedelerinin yaşadığı Gürcistan'a birçok kez gitmiş. Murat Atabarut ile ilk kitabını, yazarlık serüvenini, getirdiği yeni heyecanları konuştuk.

'Kış Masalları' ilk romanınız, nasıl tanımlıyorsunuz?
'Kış Masalları' çok samimiyetle yazılmış bir kitap. Sadece bir roman, ya da bir masal değil; hayat görüşüm, hayatta, insan ilişkilerinde nelere önem verdiğim var. Tüketim toplumundayız ve her şey çok maddiyat bazlı hayatımızda; sevgiler, aşklar bile... Derinlemesine değil, sadece yüzeysel olarak gördüğümüz şeylerin üzerine inşa ediyoruz hayatımızı. Ben insanın biraz daha derin olması gerektiği kanaatindeyim. Kitapta, günümüzün Türkiye'sinde ne yazık ki artık unutulan o biraz daha kalbinizle yaşayabilmeyi, yüzeyi değil, altında yatanları görebilme alışkanlığını kazanmanın ne kadar gerekli olduğunu vurgulamaya çalıştım. Kitap, hem biraz hayat görüşümden besleniyor, yaşadıklarımdan kesitler var, biraz tarihi kesitler var, biraz da gerçeküstü olaylar var.

Başlangıç noktanız neydi kitabı yazarken?
"Yıllardır aklımdaydı da sonunda yazdım" diyemeyeceğim ama her şeyin bir zamanı var herhalde insan hayatında, hatta belki belli bir yaşı var.

ıİlk okuduğunuz kitabı hatırlıyor musunuz, neler ifade etmişti o zamanlar sizin için?
Kitap her zaman benim için çok önemli olmuştur. Bana verilen kitaplar her zaman çok iyi seçilmiş kitaplar olmuş, bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Mesela hala çok sevdiğim Oscar Wilde'ın 'Mutlu Prens'i vardır, herhalde okumayı yeni ögrendiğim zamanlar okumuştum, hala da çok severim. Sonraki yıllarda, özellikle son 10-15 yılda okuduğum kitaplar daha çok tarihle ilgili kitaplar oldu. Mesela komplo teorileri üzerine yazılmış kitapları çok severim. Dinler tarihini, araştırma gerektiren kitapları okumayı çok severim.

Kitabı yazarken duygularınızı kolayca kağıda dökebildiniz mi?

Çünkü bir şeyleri hayal gücünüzde yaşayabilirsiniz ama rahatça ifade etmek ayrı bir yetenek gerektiriyor. İnanmayacaksınız belki ama kitabı yazarken biri kulağıma bir şeyler fısıldıyor gibiydi adeta. Hiç müsvedde yapmadım mesela. Sadece yazdıklarımı gönderdim. Zaten kitabın samimiyeti de burada bence. "Şunu nasıl ifade edeyim, nasıl dersem doğru olur" gibi kaygılarım olmadı hiç.

Kitapta kökenlerinizin bir yansıması da var mı?

Bir miktar var tabii ama sonuçta bu bir roman ve bazı gerçeküstü yanları olan bir roman, bir masal hatta, dolayısıyla her yazar kitap yazarken mutlaka kendi ailesinden ya da yakın çevresinden karakterler yaratıyor sanırım, benimki de öyle oldu. Yazarlık biraz da gerçekle gerçeküstünün kesiştiği bir nokta.

Sizin için gerçekle gerçeküstünün kesiştiği yerde neler var, yani bir yazar olarak sizi en çok heyecanlandıran şeyler neler?
Evet, aynen öyle. Gerçekle gerçeküstünün kesiştiği noktada hayat var benim için öncelikle. Hayat bu yaşadığımız ortamlardan ya da anlardan ibaret değil. Gerçeküstü diye nitelendirdiğimiz birçok şeyin aslında gerçek olduğunu, gerçek zannettigimiz birçok şeyin de aslında gerçeküstü olduğunu düşünüyorum. Hayat benim için gerçekle gerçeküstünün kesiştiği noktada duruyor.

Bugüne kadarki mimar kimliğinizin yanı sıra şimdi bir de yazar kimliğinizle karşımızdasınız. Hayatınıza anlam kattığı noktada neler ifade ediyor yazarlık sizin için?
Evet, yazarlık çok şey kattı hayatıma aslında. Demin de söylediğim gibi; bu kitap çok samimiyetle yazılmış bir kitap. Kitaptaki roman kahramanlarının her birinin yaşadıkları bana hiç de yabancı değil. Kitaptaki bazı karakterler gerçekten de tanıdığım insanlar ama duyguları da benim duygularım aynı zamanda. İnsan yaşamında duygular çok önemli; bu elbette benim buldugum bir şey degil ama artık ne yazık ki son 20-25 yıllık süreçte duygular artık çok geri plana atıldı hayatımızda. Her şeyin sadece bize sunulduğu kadarını görmeye alıştık. Örneğin arabesk müziğin bazı sarkılarını çok severim, çok bizden bir şey bir tarafından bakıldığında ama diğer taraftan bakıldığında birçok müzigi dinleyip arada arabesk de dinliyorsanız bu zenginlik getirir size. Eğer sadece arabesk dinliyorsanız bu kötü bir şey çünkü her seyin altını çizerek gösteriyorlar size. Türk sanat müziğinde çok zengin bir ruh dünyası vardır mesela, çok daha saygın bir duruş var. Arabesk de o kaybolmuşluk ve acının altı o kadar çiziliyor ki işin duygusallığı, gizemi kayboluyor.

"ASIL ZENGİNLİK RUH ZENGİNLİĞİDİR"

Yazarlığın en heyecan verici yanı ne oldu sizin için?
Yazdıklarınızı başkalarıyla da paylaşma isteği mi, yoksa yazdıklarınızın somut olarak bir kitaba dönüşmesine tanık olmak mı? Bence tam da şu dönemde hayatımıza katmamız gereken şey bu duygusallık. İnsan nasıl matematik problemi çöze çöze matematikte ilerlerse, daha çok hissede hissede, düşüne düşüne duygusal dünyasını geliştirir. Bunun için biraz da roman yazmak istedim. Roman okumak çok ayrı bir şey. Ben çok iyi bir roman okuyucusu değilim ama çok doğru romanları çok severek okudum hayatımda ve eğer bir romanı okuyorsanız, bir dünya yaratmak için kendinizi zorluyorsunuz. Zorlanırken beyniniz gelişiyor, dünyanız degişiyor. Roman okumak bu noktada çok önemli. Sadece tüketime yönelik bir hayat boşa geçmiş bir hayattır. Gerçek zenginlik paranızla satın alabileceğiniz şeylerle dolu bir zenginlik olamaz. Ne kadar şahane evleriniz olursa olsun, en lüks arabalara binin, bilin ki asıl zenginlik bu degildir. Asıl zenginlik ruh zenginliğidir.

Kitapta da bahsettiğiniz gibi aşk lanetlere ya da kadere karşı ayakta durabilir mi gerçekten?

Bunun cevabına romanı okuyanlar karar verecek biraz da ama aşk çok derin bir duygu. Yaşadığınız aşkın ne kadar güçlü olduğu da işte bahsettigimiz ruh dünyanızın zenginliğiyle alakalı. Eskiden insanlar birbirini görmese de yıllarca süren, hiç küllenmeyen aşklar vardı ve bu aşklar onlarla beraber gömülüp giderdi. Artık öyle aşklar yok çünkü insanlar birbirini tanımadan, "Aşık mıyım, değil miyim?" diye düşünmeden öyle çok şeyi bir anda yaşıyorlar ve tüketip yok ediyorlar ki artık aşkın derinliğinden bahsetmek maalesef çok kolay değil.

Kitaplığınızda mutlaka yer verdiğiniz yazarlar kimler?
Çok sevdiğim yazarlar var tabii ama ben açıkçası edebiyatçı değilim ve bir değil, 10 kitap bile yazsam yine de kendimi edebiyatçı olarak göremem. Edebiyatçı olmak ayrı bir şey. Ben kitap yazmış olabilirim, bu fiiliyatın sonunda bana 'yazar' denebilir ama edebiyatçı olmak çok büyük bir misyon. Bu hatayı yapmamaya çok gayret ediyorum çünkü 25 yıldır mimarlık yapıyorum. Çok iyi okuduğum, çok emek verdiğim bir bilim ama şimdi artık kim iç mimar, kim mimar o bile birbirine karıştırılıyor. Sevdiğim yazarlara gelince; Amin Maalouf'u, Bernard Lewis'i çok severim ve çok okurum. Su anda Refik Halit Karay'ı çok severek okuyorum.

Dünya ölçeğine baktığınız zaman Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu kültür-sanat ve politika açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin şu anda birçok bakımdan gitmekte seçtiği yol, dünyadaki birçok ülkenin gitmekte olduğu yol ama bu bana doğru gelmiyor. Siyaset, üzerinde çok fikir yürütebileceğim bir konu değil ama maalesef Türkiye 80'li yıllarda birçok şey yaşadı. Çok zor bir dönemdi ama insanların öyle ya da böyle ideallerinin olduğu bir dönemdi. Bu dönemden sonra kimsenin bir ideolojisi kalmadı. Bu tesadüfen olmadı, insanlar daha çok tüketmeye ve bireysel yaşamaya sevk edildi, tamamen apolitize edildi. İnsanın içinde yaşadığı dünyayı tanımadan, anlamadan, olan biteni takip etmeden yaşaması yani apolitize olması çok kötü. Düşünmeyen ve sadece kendine sunulan kadarını görebilen bir toplum ortaya çıktı ki bu çok acı bir şey.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.