Fotoğraflar: İsa ARSLAN
1906 yılından beri Türkiye'deki mücevher sektörünün değerli taş tedarikçisi olan Ariş, 2003 yılında açtığı e-ticaret sitesiyle büyük bir ivme yaratarak perakendeye dönme kararı aldı. Ariş Pırlanta Üst Düzey Yöneticisi Eda Güzeliş, bu süreci yürüten isimlerden biri olmuş. Güzeliş Ailesi'nin en küçük gelini olan Eda Hanım, "Hangi işte olursam olayım, maksimum katkı sağlamayı çok seviyorum. Dolayısıyla olay, 'Burası bir aile şirketi, kendimi kabul ettirmeliyim' değil, gereken bu aslında. Her çalışanın da, yöneticinin de öyle çalışması gerekiyor diye düşünüyorum" diyor. Eda Hanım'la merkez ofislerinin bulunduğu Nuruosmaniye'de bir araya geldik...
Öncelikle biraz sizi tanıyalım. Aslında kimya mühendisliği okumuşsunuz; nasıl oldu da bu sektöre geçiş yaptınız?
Evet, dediğiniz gibi kimya mühendisiyim ama tabii Türkiye'deki eğitim sistemi ne kadar insana kendi istediğini okuma şansı tanıyor, o bir soru işareti. Analitik verilere, doğa bilimlerine hep bir ilgim vardı ve bunun sonucunda kimya mühendisi oldum ama şu anki aklım olsaydı, halka ilişkiler veya işletme okurdum. Sertifika programlarıyla tamamladım işimin bu kısmını. Bu aile işimiz, açıkçası perakendeye girene kadar olayın içinde yer almadım. Biz 2003'te ilk e-ticaret sitesini açtık, Türkiye'nin ilk online mücevher satışı yapan firmayız. 2005'e kadar o site öyle bir ivme yarattı ki biz perakendeye dönme kararı aldık. Perakendeye girme aslında ciddi bir sistem işiydi, ciddi bir kurulum gerektiriyordu. İlk mağazayla beraber bu sistem ve oluşumları bizzat ben yarattım. İşte bir mağaza, iki mağaza, üç mağaza derken şu an 14 mağazayız. Onun dışında franchise'larımız var. Biz aslında kuyumcuların ve mücevhercilerin de tedarikçisiyiz. Bizden taş ve ürün alırlar. Yüzün üzerinde satış noktamız var. İşin perakende ve pazarlama kısmını ben yönetiyorum. Analitik düşünce yapısının da bunda pek çok faydası oluyor.
Yeri gelmişken biraz da Ariş'in tarihinden bizlere bahseder misiniz?
Türkiye'de ilk pırlantayı getiren ve satan sizsiniz galiba... 1906'dan bu yana gelen, şu an dördüncü kuşağın iş başında olduğu, dededen toruna bir serüven var. Bu serüvenin son 40 senelik bir kısmı değerli taşlar üzerine. Baktığınız zaman bundan 40 sene önce Türkiye'de değerli taşlar, pırlantalar çok bilinen bir şey değil. Pırlanta, Yönetim Kurulu Başkanı Kerim Güzeliş tarafından yurtdışından getirilmeye başlanıyor. Ardından mücevher olarak da işleniyor, bunun sonrasında da odak noktamız bu oluyor. O dönemde ciddi bir farklılık ve inovasyon, çünkü genel anlamıyla piyasada hiçbir yerde yok. Nihai tüketiciyi bir şekilde pırlantalı mücevherle tanıştırmaya başlayan kişi oluyor.
Peki siz Ariş'e gelin mi geldiniz, yoksa öncesinde burada çalışıyor muydunuz?
Gelin geldim. En küçük geliniyim Güzeliş Ailesi'nin.
Eşinizle olan tanışma hikayeniz nasıl?
Aslında çok geleneksel. Aileler tanıştırdı bizi. Ben üniversitedeydim. Avusturya Lisesi mezunuyum aynı zamanda, liseden birçok arkadaşla aynı bölümde, İTÜ'de okuyorduk. Bu dönemde ailelerin tanıştırma isteğiyle ilgili bir haber geldi. Ben de dedim ki "Direkt reddedeceğim"... Oldukça marjinal bir arkadaşım, "Niye görüşmüyorsun ki çocukla, ne var bunda?" dedi. Ben de dedim ki, "Sen mi söylüyorsun bunu bana, benim kendim birisiyle tanışmam daha normal değil mi sence de?". Yorumu çok enteresandı, hala da kendisine söylerim, onun o yorumu benim fikrimi değiştirdi çünkü çıkmayı bile düşünmüyordum. "Aileler hiçbir zaman çocuklarının kötülüğünü istemezler ki, çık ne kaybedeceksin?" dedi. İşte böyle gelişti. İki seneye yakın bir flört ve görüşme dönemimiz oldu. Ondan sonra da genç yaşta evlendim. 15 Temmuz'da 16. yılımız doldu.
Evlendiğinizden beri mi burada çalışıyorsunuz, mezun olduktan sonra başka bir yerde çalıştınız mı?
Bir dönem akademik hayatım oldu. Bir buçuk sene kadar da okulda kaldım, sonra baktım ki mutsuzlar. Oradakilerin mutlu olmadığını, hep bir rekabet ortamı olduğunu duymak belki biraz beni yönlendirdi o dönemde. Ben de akademik kariyeri tercih etmekten vazgeçtim. Sonrasında dediğim gibi perakendeye girince, bu iş bana çok cazip geldi. Bir kere işin heyecanı şuydu; yeni bir işti, Ariş için yeni bir işti. Mücevher güzel bir iş zaten. Dolayısıyla ben aslında en alttan ve mutfaktan başladım. Mağazalar açılmadan önce üç ay kadar buradaki taş departmanında, "cilala, parlat" biçiminde, bildiğin Karate Kid'deki gibi staj görerek başladım. Aslında zamanla beraber ne kadar kurumsallaşma gelse de, sektör usta-çırak ilişkisinden geliyor ve bir şekilde kendini geliştirmeye, esnaflığa dayanıyor. Dolayısıyla bir de yetkinlik açısından aslında en alttan görmüş olmam şu an bana çok büyük bir vizyon katıyor. Çünkü en alttakinin ne düşündüğünü ya da müşterinin veya ara kademedekinin de ne düşündüğünü biliyorum. Yönetici olarak bunu bilmek ciddi bir tecrübe veriyor size ve fayda sağlıyor açıkçası.
Aile şirketinde çalışmanın kolay tarafları vardır elbette, ama o dönem bir gelin olarak girdiğiniz bu köklü aile şirketinde kendinizi kabul ettirmek için herkesten daha fazla çalışmak zorunda hissettiniz mi kendinizi?
Bunu gelin olduğum için hissetmedim, benim her zaman çalışan bir yapım vardı. Okuldayken de çalışkan bir öğrenciydim. Hangi işte olursam olayım, maksimum katkı sağlamayı çok seviyorum. Dolayısıyla olay, "Burası bir aile şirketi, kendimi kabul ettirmeliyim" değil, gereken bu aslında. Her çalışanın da, yöneticinin de öyle çalışması gerekiyor diye düşünüyorum ben açıkçası.
Eşinizin abisi olan Kerim Güzeliş bu sektörün duayen isimlerinden, neler öğrendiniz kendisinden?
Kerim Bey, yönetim kurulu başkanımız ve kendisi aslında işin mutfağından, zanaat tarafından geliyor, el sanatına da hakim. Ondan öğrendiğim çok fazla şey var, bir kere çok yönlü bir insan. Sonuçta bu aslında bir CEO ya da genel müdür vasfı ama e-ticaretinden perakendesine, toptanından yurtdışına, pazarlamasından en küçük departmanına kadar konulara çok hakim. Bir de Kerim Bey'in tabii en büyük özelliği çok vizyoner olması. 2003 yılında Türkiye'de online mücevher satışı yapan tek bir site yokken ve herkes "Mücevher online alınır mı?" derken, Kerim Bey "Yok, ben bunu yapacağım" diyerek, buradan hakikaten işin kıvılcımını attıran ve perakende zincirine ulaşmasını sağlayan kişi. Ki o zaman site yaptırmak şimdiki gibi de değil, ciddi bir yatırım. Bu noktada vizyoner yapı da çok önemli tabii. Kattığı gerçekten çok şey var. Dediğim gibi zanaat tarafından işe olan hakimiyetini gördüğünüz zaman, siz de ister istemez daha fazla çalışma şevki duyuyorsunuz.
Siz tasarım tarafıyla da ilgilisiniz, geleneksel bir şey mi mücevherde tasarım yoksa o da sezonlara göre değişiyor mu?
Eskiden bahsettiğiniz gibi daha geleneksel bir şeydi ve klasikti ama 2000'li yıllardan sonra özellikle internetin ve globalleşmenin getirdiği yapı aslında bizim sektörü de etkiledi. Dikkat ederseniz, sosyal medyadan görüyorsunuzdur artık takılar da daha fast-fashion olmaya başladı. Daha küçük, daha uygun fiyatlı ve minimal takılar var artık.
Yaz sezonu için yaptığınız tasarımlardan ve bu yazın trendlerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Minimal tasarımlara gidiyoruz, çünkü tatile gidiyorsunuz ve doğal olarak ağır, büyük mücevherlerle gidemezsiniz. Bir halhalınız olacak, elinizde güzel bir bilekliğiniz olacak; gerektiğinizde denize de girebileceğiniz sizi sıkmayan, yormayan ama aynı zamanda aksesuar gereksiniminizi de gideren takılara ihtiyacınız var. Dolayısıyla bizim genelde yaz dönemlerinde ortaya koyduğumuz takılar dediğim gibi bu noktada ince, taşı fazla olmayan, gün içerisinde rahatlıkla takılabilecek, daha çok renkli taşlara sahip. Çünkü biliyorsunuz ki yaz demek, hepimizin aklında renk demek ve dediğim gibi daha minimal, çoklu takılabilecek takılar gündeme geliyor.
Sizin mücevher ile ilişkiniz nasıl?
Ben biraz minimalistim ama mesela şunu seviyorum; benim tek taşlarım hiç çıkmaz. Boynumdaki kolye ve kulağımdaki küpeler her zaman üzerimdedir. Yerine ve gittiğim okazyonlara göre farklı takılar kullanıyorum. Gece dışarı çıktığımda sallantılı küpe kullanabiliyorum mesela ama günlük ince bileklikler takabiliyorum. Saatimle beraber altın, pırıltılı bileklikler kullanmayı seviyorum. Onun dışında yazın özellikle ipli bileklerim çok fazla, onları kullanıyorum günlük hayatta. Moda açısından da minimal giyinmeyi seviyorum zaten. Sade ve klasikçiyim. Aksesuar tarafında biraz daha iddialı parçaları seviyorum. Örneğin simsiyah giyindiğim zaman patlak mor bir çanta takabiliyorum ya da turuncu bir ayakkabı giyebiliyorum yeri geldiğinde. Yine de çoğunlukla öyle çok iddialı ve şaşalı şeyleri kullanmıyorum.
Türk kadınlarının mücevher zevkleri genel olarak nasıl?
Oryantal ve abartılı. Avrupalılardan çok ciddi ayrışıyor bu noktada. Büyük takılar seviyoruz. Hele Doğu ve Güneydoğu'ya gittikçe, Gaziantep gibi şehirlerde daha da artıyor bu beğeni. Pırlantalıda da büyük şeyleri tercih ediyorlar.
Pırlanta hala pek çok farklı okazyon için en favori hediyelerden birisi. Peki pırlanta alırken nelere dikkat etmek gerekiyor?
Öncelikle, bir markadan almak gerekiyor çünkü kurumsal bir hizmet almanız gerekiyor. Niye diye sorarsanız, güvenceyle alınmış olması lazım. Bizim bu noktada ki mottomuz, "Gerçek kalite, doğru fiyat" zaten, çünkü marka bunu verir size. Bu kendi içerisinde illüzyonu olan bir iş; bir karat bir pırlanta iki bin dolar olabilirken, büyüklüğü aynı olan iki pırlantanın fiyatı bir 10 mertebesinde değişebilir ve dolayısıyla aralarındaki küçük farkları da sizin gözünüz görmez. Bu yüzden bir sertifikası olması ve doğru ürünün doğru fiyata alınması tüketici açısından önemli. Onun dışında mücevherde ne önemli derseniz, marka ve sertifikasyonun yanında altyapısı kuvvetli, yani el işçiliğini iyi bilen bir yerden alıyor olmak bu noktada iyi olacaktır. Biz hizmet ve fiyat garantisi sunuyoruz. Bize geldiğinde müşteri ürünü aynı fiyattan değiştirebiliyor. Bunu yapmamızın sebebi deli olmamız değil, ürüne güvenmemiz. Sizin paranız bizde emanet, bizim ürünümüz sizde emanet gibi düşünüyoruz. Bu güvenceyi almak önemli ve bunu da markalar sağlıyor genellikle.
Koleksiyonlarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Ariş olarak diğer markalardan ayıran özelliklerimizden bir tanesi de özel koleksiyonlarımız. 200'den fazla patentli ürünümüz var. Mesela bunların arasından yazın en çok gündeme gelen 'Melekler Koleksiyonu'. Hikayeleri de çok kuvvetli açıkçası. Koleksiyonlar tabii bir de güncellenebiliyor. Onun dışında 'Miracle Koleksiyon'umuz var. Genelde sektörün en çok satanı tek taş ve beş taştır, bu koleksiyon da aslında özellikle tek taş ve beş taş tasarımlarından oluşuyor. Özelliği şu; özel bir montür yapısıyla taşınızı olduğundan çok daha büyük gösteriyor. Aldığınız ihtişam ve ışıltı 5 bin liralıkken ödediğiniz para bin lira oluyor. Bu tamamen el işçiliği ve ustalığın bir arada harmanlandığı, tüketiciye fayda olarak sunulduğu bir koleksiyon.