Leyla Alaton ismi kadın hakları ve sanatla anılıyor. Bu iki konunun hayatınızdaki öneminden söz eder misiniz?
Bu iki konu, benim manevi anlamda varolma nedenim. Bu iki konu, benim en çok önem verdiğim, kadınların yaşam kalitesi açısından kendime göre daha büyük bir ivme kazanacaklarını düşündüğüm için çok önemsediğim bir konu. Amerika'dan 1986 yılında döndüm. O günden beri her zaman için çalışan kadın, yani kendi ekonomik bağımsızlığı olan kadın konusunda her türlü oluşumun içerisinde bulundum ve bugünlere geldik. Buna sanat da eklendi çünkü sanatta da çok büyük bir bağ var. Galericilerin çoğu hanım, onlar da girişimci kadınlar. Onlar da kendi ekonomik bağımsızlıklarını isteyen kadınlar. Sanatçılardan çok kadın var. Onlar sanatlarıyla varolmak isteyen ama ayrıca hayatlarını da geçindirmek zorunda olan kadınlar. Nereden dokunsan işin ekonomik boyutu da var, manevi boyutu da. Onun için ben bu iki konuyu her zaman çok önemsedim ve önemsemeye de devam edeceğim. Bir farkındalık yarattığımı düşündüğüm için her seferinde daha çok heyecanla devam ediyorum bu çalışmalarıma.
Kadın meseleleriyle ve sanat alanında uğraşmayı 'sosyal sorumluluk projeleri' olarak nitelendiriyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Bu bir sosyal sorumluluk, bir sivil örgütleşme olayı. Tamamıyla benim hiçbir sekilde çıkarım olmayan, isim olmayan, benim direkt olarak hayatımı kazandıgım bir konu degil ama manevi anlamda ülkemi sevdigim, cinsiyet ayrımcılıgına karsı oldugum ve demokrasiye inandıgım için bu konunun da ancak Batı ülkelerindeki kadar iyi hale gelirse ülkemizin de çok daha ileri gidecegini düsünüyorum.
İki oglunuz var, ogullarınızı feminist olarak yetistireceginizi söylüyorsunuz. Bir erkegin feminist olması mümkün mü?
Elbette mümkün. Ben feminizm tanımından; kadın-erkek esitligine, esit hak ve özgürlüklerine inanan erkek anlıyorum. Esit hak ve özgürlüklerimiz olduguna inanıyorsanız siz bir erkek olarak otomatikman feminist oluyorsunuz. Ne yazık ki feminizm sadece kadınlara hatta çok radikal kadınlara malediliyor literatürde, oysa hiç öyle degil. Her erkek feminist olabilir, olmalı da. Bence insan haklarına inanan her erkek otomatikman feminist olur.
Sanat konusunda egitim aldınız mı, bu alanda kendinizi nasıl yetistirdiniz?
Hayır, sanat konusunda hiçbir egitimim yok, zaten sanatla ilgili hiç ahkam kesmedim, öyle bir pozisyonda degilim ama ben çok iyi bir PR'cıyım. Bunu iddialı bir sekilde söyleyebilirim. Ben insanları bir araya getirmeyi seven, bilen ve bunu iyi yapan bir insanım. Sanat konusunda da bunu yapmaya çalısıyorum. Türk sanatçılarının, Türk galerilerinin yurtdısında tanınması, en azından onlara da bir sans verilmesi için bir seyler yapmaya çalısıyorum. Gittigim fuarlarda, sanat platformlarında hepsinde bu iliskileri bir araya getirmek benim iyi bildigim bir konu. Yoksa ben sanat konusunda ne bir yorum yaparım ne de bir iddiada bulunurum. Kendi çapımda küçük bir koleksiyonerim. Kendi zevkim olan seyleri alırım. Bu konuda hiçbir iddiam yok ama çok degisik sanat platformlarında yer alıyorum; Ak Sanat'ın danısma kurulu olsun, Comtemporary stanbul olsun... New York'ta bile New Museum'un Liderler Komitesi'nde yer aldım. Bütün bunlar Türk sanatçılarının, Türk galerilerinin daha çok tanınması için. Bunu hiçbir beklentim olmadan yaptıgım için çok bagımsız ve özgür hissediyorum kendimi ve bundan da çok zevk alıyorum.
Dünya Türkiye'de gelisen sanat olaylarına nasıl bir gözle bakılıyor? Türk sanatçılarını degerlendirecek olursak dünyanın neresindeyiz?
Bu zaman alan bir sey. Öyle bir komitede bir Türk'ün olması, oradaki küratörlerin Türkiye'ye daha dikkatle bakmasını saglar diye düsünüyorum. Mesela KSV'nin organize ettigi stanbul Desing Week için geldiler. Onlar için evimde bir davet verdim. Oraya sanatçıları da davet ettim. Bu platformlarda iliskiler olusuyor, bunlar uzun vadede olusan iliskiler. "Yarın al su Türk sanatçısını müzedeki sergiye ekle" diyemezsin ama bu ortamı hazırlarsan onlara da kapıyı açmıs olursun. Konusmalarını, tanısmalarını saglarsın. Bu isler uzun vadede olacak seyler ama bazı seylerin degistigini görmek, benim sayemde degistigini görmek elbette benim egoma iyi geliyor ve bana çok büyük zevk veriyor. Bence Türk sanatçılarının dünya sanatçılarından bir farkı yok çünkü sanat evrenseldir, onlar zaten dünyanın bir parçası. Türk sanatçısı diye ayırmaya bile gerek görmüyorum, tabii eger çok geleneksel bir konuda çalısmıyorsa.
Rahmetli Burhan Dogançay dünya çapında, dünya standartlarında, dünyanın tanıdıgı bir sanatçıydı, bugünkü Türk sanatçıları da öyle. Bir Documenta'ya gidiyorsunuz (her bes yılda bir Almanya'nın Kassel sehrinde yer alan modern ve çagdas sanat sergisi) Cevdet Erek, Füsun Onur gibi sanatçıların eserleriyle karsılasıyorsunuz. Dünyadaki küratörler Türkiye'deki çagdas sanatçıları bizden çok daha iyi tanıyor. Sanat evrensel ve sanatçılarımız da evrensel, hiçbir sorun yok bu konuda. Sadece Türkiye'de ince ayar gerektiren seyler var, onlar da galeriler... Galerilerle sanatçıların iliskileri, fiyatlandırmalar, bu uçusa geçen fiyatlar, müzayedelerin çoklugu... Bazı seyler ince ayar gerektiriyor ama zamanla tasların yerine oturacagını düsünüyorum.
Koleksiyonunuzda hangi sanatçıların eserleri var? Hangi tarzları kendinize yakın buluyorsunuz?
Her türlü esere sahibim. Türk sanatçıların da eserleri var, yabancı sanatçıların da... Tamamıyla benim ruhumu besleyen isleri alıyorum. Evet, ben kadın konularına, siddete çok duyarlı olmama ragmen, sanat olarak onları evimde görmeyi sevmiyorum ama o sergileri çok destekliyorum. Çünkü onların da bu duyarlılıga büyük bir katkısı oluyor. Koleksiyonum için daha benim ruhuma hitap eden, yumusak ve görselligi agır olan, hosuma giden seyleri seçiyorum. Dünya çapında olan bir Sirin Nesat da var, Selma Gürbüz, Gülay Semercioglu, Kezban Arca Batıbeki gibi sanatçılar da... Onun için koleksiyonumda her türlü, hosuma giden, göz zevkimi doyuran, görmekten yorulmayacagım, haz alacagım eserleri bulundurmayı tercih ediyorum.
Türkiye'de köklü ailelerin müzeleri var. Alaton Ailesi'nin bir müzesi olmasını ister misiniz, böyle bir girisiminiz veya hayaliniz var mı?
Biz, hiç kimse müze, koleksiyon ya da bu tür seyler yapmıyorken tarihi Türk evlerini destekledik. Maslak girisinde 600, 700 metrekarelik bos bir alan üzerine kurulu müthis bir galeride tarihi Türk evlerinin 20 sene boyunca defalarca sergisini yaptık. Kültüre ve sanata inanılmaz derecede destek verdik ama hiçbir iddiamız olmadı. Halkın görmesi için aracı olduk, farkındalıgı yarattık. ?KSV'nin en bastaki destekçilerinden olduk her zaman Alarko Ailesi olarak. Sanıyorum isin sahiplenme kısmı ne Alaton Ailesi'ni, ne de Alarko Ailesi'ni pek ilgilendirmiyor, yani bizim bir müzemiz olması gibi bir çabamız yok. Dedigim gibi; bu tür seyleri ilk yapanlardanız, hatta belki de de ilk yapanız. Onun için Türkiye'ye ALEV olarak (Alarko Egitim ve Kültür Vakfı) çok büyük bir katkımız oldugunu iddialı bir sekilde söyleyebilirim.
Yurtdısına yapılan sanat turlarında rehberlik yapmıstınız. Bugüne kadar hangi sehirlerde sanat rehberligi yaptınız, halen devam ediyor musunuz?
Rehberlik demeyelim de o gibi sanat gezilerine belki ön ayak oldum, katılımcı oldum, baskalarının gelmesi için elimden geleni yaptım ama bunlar hep manevi tatmin olarak yapılan seyler. Mesela Yasemin Pirinççioglu'nu, VIP Truzim'in Art Travel'ını çok destekledim, birçok kere de katıldım. Bir seyahati kültür ve sanat adına, bir seyler görmek adına organize olup, en iyi sekilde görmek çok güzel bir sey. Çünkü o zaman hem küratörleri organize ediyorlar, hem de o memleketteki saygın koleksiyonların gezilmesini organize ediyorlar. Mesela en son ?spanya'daki ARCOMadrid (Uluslararası Güncel Sanat Fuarı) için Madrid'e gittim.
Tatil için nereleri tercih edersiniz? Tatilde dinlenmeyi mi, gezmeyi mi tercih ediyorsunuz?
Son zamanlarda sadece sanat adına oluyor yurtdısı gezilerim. Ya bir toplantı için, bir fuar için veya bir sergi için oluyor. Sadece yazın Hillside'a çocuklarım için gidiyorum. Bir de arkadaslarımın Yunan Adaları'na tekne turları davetlerine "Hayır" diyemiyorum. Tatil için tercihim artık sadece sanat turları olabilir.
Sık sık yurtdısından misafirler agırlıyorsunuz. Misafirlerinizi nerelere götürüyorsunuz? Bize İstanbul'u en iyi sekilde tanıtan bir gezi programı çıkarabilir misiniz?
Tipine göre, istegine göre degisiyor. Nabza göre serbet vermeyi tercih ediyorum. Geçen hafta Güney Afrika gezimde bir galeride tanıstıgım küratör bir bayan arkadasım ARCOMadrid dönüsü İstanbul'a geldi. İki gün İstanbul'da agırladım. İki gün için öyle bir program yaptım ki, iki gün içinde ?stanbul'un bütün galerilerinin yüzde 95'ini gördük ama Kapalı Çarsı ve Mısır Çarsısı'na götüremedim. Gnellikle kisilerin istegine, ilgi alanlarına göre degisiyor bu programlar fakat her zaman için Galata bölgesinde, 'eski sehir'de kalmalarını tavsiye ediyorum çünkü İstanbul'da trafik çok önemli bir hal aldı. Kimsenin vakit kaybetmesine gerek yok. Çoluk çocuk gelen misafirlerim var, karı-koca gelenler var, dogum günü için gelen var, evlilik yıldönümüne gelen var, bekar, kız arkadaslarıyla gelen var.
O kadar degisik misafirim geliyor ki, benim İstanbul programım tamamıyla ilgi alanlarına göre degisebiliyor. Alısveris yapmak için gelen arkadasım var, sadece yeni sanat galerilerini görmeye gelen küratör arkadasım da var. Onun için İstanbul masallah her istegin karsılıgını dolu dolu veriyor. Artık bu konuda profosyonel oldugumu söyleyebilirim. ki günde stanbul'u gezdiririm, yeter ki organize olayım.
KAGDER'in (Kadın Girisimciler Dernegi) kurucu üyesisiniz. Artık yönetim kurullarında yer almak gibi bir merakınızın olmadıgını, kendinizi 'Abla' pozisyonunda gördügünü söylüyorsunuz. 'Abla olmak' ne demek?
Abla olmak bence yol gösteren, mentorluk yapan, destek veren ve bunu tamamıyla zevk için, manevi tatmin için, gönülden yapan insan olmak. Ben o mertebeye geldigimi düsünüyorum ve bu durumdan çok memnunum. Yönetim kurullarında, danısma kurulunu tercih ediyorum. Yerine çakılıp kalmayı biraz egoistçe buluyorum. Onları da yaptım fakat fikir soruldugunda danısılmak tabii ki hosuma gidiyor. Biz en üst pozisyonları tutarsak, bütün koltuklara biz oturursak bizden sonra yetisen nesil nereye oturacak...
Cemiyet hayatından çok sayıda kadın derneklerin sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor. Buna ragmen yeterince destek hiçbir zaman olusturulamıyor, bunun sebebi sizce nedir?
Ben hiçbir yapılanı küçümsemek istemem. Bir dernek veya bir vakıf her dakika basında olamaz. Cemiyet hayatındaki kadınlar senede birkaç kez fon yaratmak için davet düzenliyor, daha sonra bu fonlar kullanılıyor ama Türkiye'de dernek ve vakıflar kadını kurtaramaz, çorbada ancak tuzları olabilir. Türkiye'de kadını ancak egitim kurtarabilir. Bence bugünkü tek egitim aracı televizyon oldu. Diziler ve reklamlar Türkiye'nin düsünce seklini, gençlerin düsünce seklini, rol modellerini sekillendiriyor. Beynimizi televizyon sekillendiriyor bir sekilde. Gençlerin dogruyu ve yanlısı görmeleri televizyonla oluyor. Onun için dizilerdeki kadınların ikinci sınıf rollerine çok içerliyorum. Çünkü erkeklerin de kafasında böyle bir kadın modeli yaratılıyor, zaten genç kızlar da kendilerini dizilerde gördügü pozisyonlara layık görüyorlar. Çok isterdim, kadını bambaska bir platformda gösteren bir dizinin çıkıp ortalıgı yıkmasını. Gerçekten çok isterdim ve destekçisi de olurdum. Genç kızlara baska bir rol modeli gösterilmeli televizyonda. Cemiyet hayatında yapılan iki, üç davetle hiçbir kadın kurtulamaz Türkiye'de ama cemiyet hayatındaki kadınların da büyük özveriyle hareket etigini düsünüyorum.
Türkiye'de kadınlara uygulanan siddetin bu denli fazla olmasının sebebi nedir?
Siddet her zaman vardı, sadece gündeme gelmesi bence büyük bir yankı uyandırdı. Kadınların uyanması, artık kabullenmemesi, ekonomik bagımsızlıklarının olması, hayata bir kere geldiklerini fark etmeleri, insan haklarının farkındalıgı... iste bu zamanlarda televizyonun etkileri çok oluyor. Seda Sayan'ın programına katıldım. Bu programı seyreden çok fazla kadın var bu pozisyonlarda olan. Artık bir çıkıs yolu görebiliyor. Devletin arkalarında oldugu, destek görebildiklerini, sadece dövülüp kendi hayatlarına razı olacaklarına, artık bir çıkıs kapısı oldugunun bilincine vardıkları için isyan edip bas kaldırıp baska bir alternatif isteyebiliyor kadınlar. Kadınlarda bir uyanıs var, bu sadece sehirli kadınlarda degil, her ortamdaki kadında bir uyanıs var. Egitimle ve kadın erkek esitligine inanmakla insallah azalacagını düsünüyorum. Yeni teorim; ' nsanlara ciddi bir evlilik egitimi verilmesi'.
Türkiye de kadınlar arasında birbirlerine yeterince destek var mı? Siddeti önlemek için gerekli birligi saglayabiliyorlar mı?
Elif Safak, Konya'da konusmacı oldugumuz bir panelde benim teorimden bahsetmisti. Bence kız kardeslik yok Türkiye'de yani bir kadının bir kadına destek vermesi, onun basarısından mutluluk duyması, haz alması, is hayatında bir yere gelmesinden gurur duyması... Kız kardeslik budur. Bir kadının diger bir kadının basarılarından, yaptıgı güzelliklerden kendine bir pay çıkarmasıdır. Baskası için mutlu olmaktır. Kız kardeslik muhakkak desteklenmeli. Bütün konusmalarımda kadınlara seslenirken sundan bahsediyorum: "Her zaman sizden daha güzel, daha zengin, daha genç kocalı biri olacak. Bunun için enerjinizi bosuna kalenin içinde tüketmeyin. Bosuna ugrasmayın. Birbirinizle kız kardes ve dost olun. Kıskançlıga meydan vermeyin" diyorum.
Babanız İshak Alaton ile birlikte ortak bir proje yapmayı düsünüyor musunuz?
Geçenlerde bir talk sow'u beraber yapmamız istendi. Ben babama sorular soruyordum ve babam da cevaplar veriyordu. Fakat basarılı olamadık, veya ben hiç zevk alamadım. Çünkü ikimiz de çok kuvvetli karakterleriz. Bizim birbirimize olan konusma seklimiz yanlıs anlasılabilir. Onun için biz bu halimizle çok iyiyiz. Çok çatısmamıza ragmen, aramızda çok büyük sevgi ve saygı oldugu için bende kendi çapımda babama bir seyler ögrettigimi düsündügüm için çok özel bir iliskimiz var. Bu özel iliskiden kitap yazma fikri bence çok enteresan olabilir. Babamın iki kitabında Mehmet Gündem bu isi o kadar iyi yaptı ki, ona söylemek lazım bu fikri. Böyle bir fikir çerçevesinde Mehmet Bey bir sey yazarsa ne mutlu