Bayram ya da sömestir gibi uzun soluklu tatiller yurtdışına gitmek için idealdir ve çoğumuz daha önce birkaç gez gitsek bile alışık olduğumuz yerleri görmeyi, o kültürü yaşamayı tercih ederiz ama günün sonunda bir bakmışız aynı kısır döngünde dönüp duruyoruz... Big Chefs'in yaratıcılarından Gamze Cizreli ile kendi adıyla ürettigi nefis zeytinyagğlarıyla adından söz ettiren ve Halil Bezmen'in hayat arkadaşı olan Rengin Suar, bayram tatili için Vietnam'dan Kamboçya'ya uzanan 11 günlük bir tura çıktı. Halen Big Chefs'lerde masa üzerinde ikram edilen ve istenildiği takdirde satın alınabilen zeytinyağların yaratıcısı Rengin Suar ile Gamze Cizreli'nin dostlukları, uzun yıllar öncesine, Ankara günlerine kadar uzanıyor. Hayata farklı pencerelerden bakma cesaretini gösteren iki sıkı dost; Rengin Suar ve Gamze Cizreli, geçmişin acılarını hala taşımasına rağmen doğanın pek cömert davrandığı bu büyüleyici coğrafyadan ve insanlarından öylesine etkilenmiş ki yolculuk hikayelerini aynı bir çocuğun heyecanıyla anlattı.
Vietnam ve Kamboçya seyahatine nasıl karar verdiniz?
GAMZE CİZRELİ: Uzun süredir bu coğrafyaya gitmeyi ama özellikle Kamboçya'daki Angkor şehrini görmeyi çok istiyordum. Angkor şehri bugün UNESCO'nun koruması altında. Vietnam mutfağı da hakikaten çok beğendiğim bir mutfak. Hem bu mutfağı yerinde göreyim, hem de bu farklı coğrafyayı gezeyim istedim. Eski adıyla Saygon, şimdiki adıyla Ho Chi Minh'den başladık yolculuğa. Ho Chi Minh, Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi ve halen halk tarafından sevgiyle "Ho Amca" diye anılıyor.
RENGİN SUAR: Profesyonel bir gezginin Vietnam ve Kamboçya macerasını 18 kişilik bir ekibe adapte ettik. Çok keyifliydi, bizimle seyahat edenler de seyahat etmeye alışkın, oldukça uzun turlara daha önce de katılmış gezginlerdi.
İlk izlenimleriniz ne oldu, sonuçta alışık olduğumuz kültürden hayli farklı bir coğrafya Vietnam?
G.C: İlk büyük şokumu orada yaşadım çünkü hayatımda hiç bu kadar çok motosikleti bir arada görmemiştim. Binlerce motosiklet var, hiç araba yok. Nüfusun 2/3'ü motosiklet kullanıyormuş. Trafik yok ama inanılmaz bir karmaşa hakim.
Vietnam Savaşı 10 yıl sürüyor, dile kolay. Savaşın izleri nasıl yansımış şehre?
G.C: Vietnam Savaşı, Doğu Bloğu ülkeleri olan Kuzey Vietnam, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği ile Amerika'yı destekleyen antikomünist Güney Vietnam ve başta Amerika arasında yaşanıyor. ABD 1963-1973 arasında savaşa dahil oluyor. Bağımsızlık Sarayı bu savaşın izlerini taşıyor. Savaş Kalıntıları Müzesi'nde ise sadece Vietnam ordusunun değil, ele geçirilen ABD savaş araçları da var. Savaşta gerillaların kazdığı 250 km'lik tünel ise çok ilgimi çekti.
R.S: Bu tüneli görünce Amerika'nın ne büyük bir hata yapıp da yerlerinden kalkıp bu inanılmaz vahşetin içine kendi elleriyle nasıl düştüklerini anlıyorsunuz. O engebeli arazide, yağmur ormanlarının içinde başarılı olma şansları yok zaten. Tünelin girişini görmek bile mümkün değil çünkü.
Bu acıların ardından kalkınmaya çalışmak da kolay olmasa gerek...
R.S: Vietnam işgalci Fransa ve sonra da işgalci Amerika'dan kurtulmuş fakat o kadar fakirmiş ki, Rusya ile Çin'in göndereceği birkaç kamyon pirince muhtaç kalmış. Kısacası hala bağımsız değil. Son 15 senedir dünyaya "Merhaba" diyen Vietnam, bağımsızlığın savaşarak değil, üreterek elde edilebileceğini öğrenmeye çalışıyor.
En çok nerelerden etkilendiniz?
R.S: Ben en çok Sapa'dan etkilendim. Farklı etnik kökene sahip, birbirine komşu köylerin güleryüzlü kadınları yabancı olduğunuzu anlayınca önce "Neredensin?" diye soruyorlar, ikinci soruları ise "Kaç çocuğun var?" oluyor. G.C: Mekong Irmağı'nda tekne turu yaptık ki inanılmazdı. Suyun üzerinde müthiş bir hayat var; meyveciler, sebzeciler... Vietnam'ın en ilginç yeri bence, gece trenle dokuz saatte gittiğimiz dağlık Sapa bölgesi. 50 küsur değişik etnik köy var, bunlardan beş, altısını gezdik. Sabah 03.00'da bindiğimiz tren 2. Dünya Savaşı'ndan kalmaydı. Trenin vagonlarını görünce resmen şok geçirdik, ben hiç bu kadar eski bir trene binmemiştim.
Peki, sosyalizmin yansımaları neler yani hayat şartları ne durumda?
R.S: Vietnam dünyadaki birkaç sosyalist cumhuriyetten biri ama hiçbir sosyal güvenceniz yok. Ne yazık ki sosyalizm fakirlikte bile eşitligi sağlayamamış ilkokul bile paralı. Sağlık sigortası tabii yok.
Ya yemek kültürü?
R.S: Limon otu; zencefil, hindistancevizi sütü ve ananas vazgeçilmez öğeler. Yemek kültüründe Fransız etkileşimini oldukça yoğun hissediyorsun.
G.C: Pirinç bu kültürü derinden etkilemiş. Yemeklerinde mutlaka pirinç var, pirinç yufkası da yapıyorlar, içine tavuk ya da et sarıyorlar, bizdeki dürüm gibi biraz. Biraz Tayland, biraz Çin mutfağı. Tabii Fransızların getirdiği rafine bir hava var. Kahveleri müthiş. Tropik meyvelerini yemeklerde çok kullanıyorlar, bir de zencefil tabii.
Sabah kahvaltıda neler yediniz örneğin?
G.C: Hiç öyle bizim yediğimiz gibi peynir, zeytin yok. Vietnam'da sabah kahvaltısında sadece 'Pho' adı verilen bir çorba içiliyor, içinde pirinç makarnası var. O kadar beğendim ki günde üç öğün bıkmadan yiyebilirim.
Saygon dışındaki diğer kentleri de gezdiniz mi?
G.C: Başkent Hanoi en popüler kentlerinden biri. Bir sokakta Budist tapınağı Pagoda, diğer sokakta ise Fransız stili villalara rastlayabiliyorsunuz.
R.S: Halong Körfezi, Vietnam'ın en çok turist çeken yerlerinden biri. İrili ufaklı 3000 adacığı var. Denizin üzerinde de gezici köyler var. "Ejderhanın denize indiği yer" anlamına geliyormuş. Tek kelimeyle bir doğa harikası.
Peki Kamboçya?
R.S: Daha da ilginç. Dünya tarihinin en büyük toplu iç katliamlarını yasamış. Kendi kendini katletmiş, acı dolu bir coğrafya. 7 milyonken 2 milyon insanını kendi içinde öldürmüş. 70'ler, 80'ler acılı yıllar. Politik sebeplerden dolayı; ya komünizmi oturtmak ya da ırklar arası savaş yüzünden. Diğer yandan bundan 1000 yıl evvel dünyanın hiçbir yerinde yapılamamış muhteşem tapınak inşaatlarına sahip. Örneğin Angkor şehrinin dünyada benzeri yok. Düşünün, Ayasofya gibi onlarcası bir arada. Muazzam bir medeniyet. Bir de Mekong Irmagı'nın bir özelliği var, belli zamanlarda bazı noktaları ters akabiliyor, dünyada tek bu.
G.C: Ben daha çok sevdim Kamboçya'yı, Angkor sevmemdeki baslıca neden... Atina, Roma, Efes kadar önemli. Anghor'daki bütün Buda heykelleri gülüyor. .ste felsefe bu: "Gül ki hayat da sana gülsün".
Bir yanda barış ve sevgi üzerine kurulu bir din, diğer yanda kanla yıkanmış bir tarih. Büyük çeliski değil mi?
R.S: Evet ama yine de müthiş bir huzur ve sevgi var bu insanların gözlerinde. Hepsi güleryüzlü, yumuşak tavırlı ve nazik. Kovmak için bunca kan döktükleri Fransız ve Amerikalı işgalcileri şimdi yatırımcı olarak geri çağırmaya uğraşıyorlar.
Mesleğiniz açısından baktığınızda Türkiye'ye adapte edebileceğiniz şeyler de gördünüz mü bu seyahatte?
G.C: Tabii, görmez miyim? Geldim, ekibime anlattım. Mönümüze de ekleyeceğiz sanırım birkaç tanesini. Mesela hindistancevizi sütüyle neler yapabiliriz diye düşündüm. Saruhan Bey (Tan) seyahatten dönünce 'Big Chefs'i Vietnam'da da açıyor muyuz yoksa?" diye sordu gülerek. "Yok açmıyoruz" diyince "Çok sükür" dedi. (gülüyor)
Zeytinyağlarınızla ilgili yeni projeler var mı ufukta?
R.S: Oraya zeytinyağı satamayacağım, bu kesin! (gülüyor) Şaka bir yana aralıkta bir tadım seminerine gideceğim çünkü farklı zeytinyağlarını tatmadıkça lezzet anlayışın gelişmiyor. 'Dünyanın En İyi Ekstra Virgin Natürel Sızma Zeytinyağları Rehberi' (Flos Olei) var, Marco Oreggia bu kitabın 2013 baskısında yine bana yer verdi. 'Hangi yemekle hangi zeytinyağı iyi gider?' gibi tavsiyeler de var içinde. Şu an hasat dönemi, yakında yeni senenin zeytinyağını şişelere doldurmuş olurum. "Bizim yağımız antioksidandır" diyoruz ya, antioksidanı sağlayan hangi değerlerdir ve bu değerlerin benim zeytinyağımdaki oranı nedir gibi bilgileri de vererek pazarlamaya baslayacağım zeytinyağımı artık.
Gülru İncu