Röportaj: Bade ÇAKAR
13 yıl önce Londra'da kurduğu ve kendi adını taşıyan markası ile bugün dünyaca ünlü bir tasarımcı olan Bora Aksu, bu başarısını hem işine olan aşkına hem de mütevazılığına borçlu. Ona göre ünlü bir tasarımcı olmak önemli değil, önemli olan kendini seven, dürüst ve gerçek kadınları, hikayesi olan kıyafetlerle bir araya getirmek... Yani tasarımlarına sahip olacak kadın onlara kendisi gibi değer vermeli. Tasarımlarıyla arasında farklı bir bağ kuran Aksu'nun bu derin duygusu, belki de her koleksiyonunun ardında bir hikaye yatıyor olmasından geliyor. En son anneannesini düşünerek tasarladığı ve moda dünyasının otorite isimlerinden çok güzel yorumlar alan 2017 ilkbahar-yaz koleksiyonu da doğru yolda ilerlediğinin göstergesi. Mercedes- Benz Fashion Week Istanbul'a gelen Bora Aksu ile buluştuk ve tasarım tutkusunu, başarılı markasıyla yeni koleksiyonunu konuştuk.
Başarılı bir defileye daha imza attınız. Nasıldı bu koleksiyonu hazırlamak?
Bora Aksu: Benim için çok kişisel bir defile oldu yaz 2017 koleksiyonu... Bu koleksiyonu rahmetli anneannemin gençlik yılları üzerine kurdum. Çok duygusal bağlarla kurguladığım koleksiyonu tasarlarken sanki zaman yolculuğuna çıkıp, 1930'lara giderek anneannemin genç kızlığıyla tanışıp, ona hiç sahip olmadığı ve hayal bile edemeyeceği bir gardırobu vermek istedim.
Londra'daki defileye de ilgi büyük oldu. Çok da olumlu geri dönüşler aldınız değil mi?
Aksu: 104 yıllık bir binada gerçekleştirdiğimiz defilemize kapasitesinin çok üstünde davetli geldi. Hatta bundan dolayı kapıları kapatmak zorunda kaldık. İngiltere Vogue'un 'hayal gibi', Amerika Vogue'un ise 'Londra Moda Haftası'nın rüya gibi koleksiyonlarından biri' diye tanıttığı defilenin çok pozitif dönüşleri, bizi ekip olarak gururlandırdı.
Eğitiminizi ve kariyerinizi Londra'da şekillendirdiniz. Londra sizin için ne ifade ediyor?
Aksu: Benim tasarımcı kimliğimin oluşması ve gelişmesi Londra'da Central Saint Martins okulunda aldığım eğitimim, aldığım ödüller ve sponsorluklar sayesinde oldu. Londra, yıllardır süregelen moda haftaları ve işleyen moda endüstrisi ile kabul görmüş bir şehir. Londra Moda Haftası denildiği zaman endüstri, yeni ve trendsiz fikirleri göreceğini, yeni yeteneklerle tanışacağını bilir. Ben de 2003 yılından beri Londra Moda Haftası'nın resmi listesinde yer alıp defile yapmaktayım ve İngiltere moda konseyi tarafından dört kez yeni jenerasyon ödülü aldım. İngiltere moda konseyinin özellikle yeni tasarımcıların elinden tutması ve destek vermesi, moda haftasının bu kadar taze ve güçlü bir sese sahip olmasının asıl sebebi. Tüm bunların dışında Londra benim evim ve tasarım fikirlerini oluşturabildiğim tek yer.
İlk defilenizden bu yana 13 yıl geçti. Bugüne zamana kadar neler değişti, nasıl bir süreçti sizin için?
Aksu: İlk defilemden bu yana hem tasarımsal olarak hem de işsel olarak çok şey değişti. Eğitimimiz bizi yaratıcılık anlamında dış dünyaya tam hazırlarken, iş bilgisi, üretim, finans gibi bilgileri almadık. İlk defilemi yaptığım zaman tasarımların bir işe dönüşeceğini hiç düşünmemiştim. Mağazalardan siparişler gelmeye başladığında işleyişi, işi yaparken öğrenmek zorunda kaldım. Gerçi Londra'daki çoğu tasarımcı bu süreçlerden geçiyor. İngiltere Moda Konseyi'nin kariyerimin başlarındaki desteği sayesinde ayaklarım üzerinde durabilmeyi öğrendim. Yıllar içinde ise markam yavaş adımlarla büyüyerek, bugünlere geldi. Son bir yıldır ise Bora Aksu markası enternasyonel anlamda mağazalaşmaya başladı. En son iki hafta önce Hongkong Harbour City'de 6. mağazamızı açtık. Önümüzdeki yıl Londra'da mağazamızı açmayı planlıyoruz. Bazen geriye dönüp "bu kadar kısa sürede bunlar nasıl oldu?" diye düşünüyorum.
Son koleksiyonunuzda anneannenizin gençliğinden etkilendiğinizi söylediniz. Nasıl bir koleksiyon ortaya koydunuz?
Aksu: Koleksiyonun başlangıç noktası olarak çok uzaklara gitmek yerine, daha çok öze dönmek düşüncesinden yola çıktım. O yüzden bu koleksiyon benim kalbime çok yakın çünkü benim anneannemin özellikle genç kızlık döneminin anılarından doğdu. Materyal zenginliği olmayan ama iç zenginliği ile yaşayan bir genç kızı anlatıyor. Genç kızlığında çok fazla elbisesi olmayan anneannem, yıllar sonra bile ne zaman ipekli, zengin dokumalı elbiselerle karşılaşsa uzun uzun onlara bakar ve okşardı. Bu koleksiyonu tasarlarken sanki zaman yolculuğuna çıkıp, 1930'lara giderek, anneannemin gençliğiyle tanışıp ona hiç sahip olmadığı bir gardırobu vermek istedim. Her tasarımın bir doğuş süreci vardır ve o sürecin başlangıcında yatan düşünceler ürünün tasarım oluşumunun da temelinde yatar. Benim için tasarım tamamen o an içinde yaşadığım duyguların ve modun bir yansıması.
Tasarımlarınızda genelde kalın el nakışları dikkat çekiyor. Bu detaylara olan tutkunuz nereden geliyor?
Aksu: Ben çok küçükken annem, anneannem ve teyzem hep el işleri ve örgülerle uğraşırlardı. Çevremde hep bu el emeği işler, oyalar ve çeyiz sandıklarından çıkmış işler olurdu. Küçüklüğümden beri bu güzel el işlerinin yok olmaması gerektiğini düşünürdüm. Sanıyorum o yüzden koleksiyonlarımda hep bir şekilde o el işlerini, örgüleri, tığ işlerini kullanıyorum. Sanki bir şekilde onları ölümsüzleştirmek, yeni bir boyuta taşıyarak güncelleşmesini sağlamak en büyük amacım.
Defilelerinizde size Hotiç ayakkabıları eşlik ediyor. Bu işbirliği nasıl başladı?
Aksu: Aksesuarların tasarımı tamamlamak adına çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle koleksiyonun temasını güçlendirmek ve koleksiyonun genel mood'unu vermesi adına Hotiç'le başlayan işbirliğimiz üç sezondur devam ediyor. Ayakkabı tasarımlarını ilk oluştururken bunu açıkçası vizyon olarak gerçekleştirebilecek markaların başında Hotiç geliyordu. Onların yeniliğe açık olmaları, estetiğe ve tasarıma verdikleri önem tartışılmaz olduğu için kısa bir süre içinde çalışmaya başladık.
İşbirliğinde tasarım süreci nasıl işliyor?
Aksu: İşbirliğimizde aslında oluşum süreci defile takviminden dolayı çok kısıtlı... Koleksiyonun mood'u şekillendikten sonra düşündüğüm ayakkabı sketch'lerini Hotiç ile paylaşıyorum. Hotiç'in tasarımdan ödün vermeme ve mükemmelliyetçi olmak gibi çok önemli bir yaklaşımı var. Eğer ki o sezon icin özel bir topuk modeli düşünmüşsem biliyorum ki Hotiç bir şekilde imkansızı başarıp, o topuğu oluşturacak. Bu da bir tasarımcı olarak bana inanılmaz bir güven veriyor doğal olarak. Benim tasarım felsefemde sadece tasarımların bitirilişleri değil, ama aynı zamanda giyiliş pratikliği ve rahatlık da önemli. Hotiç'le tasarıma bakış felsefemizde bunun gibi pek çok ortak yön var aslında. Onlar içinde tasarımın detayları ve rahatlığı çok büyük önem taşıyor. Tasarımdan ödün vermeden bu pratikliği yaratmak bence çok önemli.
Peki bu işbirliği defilelerden mağazalara geçiş yapacak mı?
Aksu: Şimdilik işbirliğimizi defile koleksiyonları olarak sürdürüyoruz. Ama açıkçası bu ayakkabıları mağazalarda görmek isteyen ve giymek isteyen çok kişi var. O yüzden belki zaman içinde işbirliğimizi daha da derinleştirebiliriz.
Londra temelli bir tasarımcı olarak sizce Avrupa'dan Türk modası nasıl görünüyor? Ben artık Avrupa'da daha etkiniz diye düşünüyorum...
Aksu: Bence kesinlikle ilerlemeler kaydedildi gerçi Türkiye çok hassas dönemlerden geçiyor ama bence moda, sanat bir şekilde insanlara güç verebilmeli diye düşünüyorum. Türkiye'yi yurtdışından biraz merakla, biraz kuşkuyla seyrediyorlar. O yüzden moda açısından tek ses olabileceğimiz bir dönem. İstanbul'un modaya yön verebilen bir şehir haline dönüşebilmesi için, daha önce değindiğim bireysellik kavramının tasarıma yansıdığı bir dönemin başlaması gerekir. Istanbul'daki moda haftası ise oldukça yeni ve büyümekte olan bir moda haftası. Özellikle bireysel tasarımcı sayısının artması ve bu tasarımcılara destek verilmesi en önemli etkenlerden. Tabii ki sadece destek verilmesi de yeterli değil. Aynı zamanda bu tasarımcıların yarattıkları ürünlerin kabul görecegi bir marketin de yaratılması gerekiyor.
Londra'nın sizin için önemini konuştuk. Peki, İstanbul, nasıl hissettiriyor?
Aksu: Benim için de İstanbul'un yeri bambaşka, burada çok gizemli yaşayan, yaşadığı kadar da değişken bir hava yakalıyorum her geldiğimde. İstanbul, birçok yaratıcı için inanılmaz bir esin kaynağı. Her köşesinde gizli bir hazine bulabilmek mümkün...
Bir röportajınızda "her tasarımcının kendi dilinin olduğunu düşünüyorum" demişsiniz. Sizin nasıl bir diliniz var?
Aksu: Bence kişilerin kendi bireyselliklerinin farkına varmaları ve bu farkı yansıtma yolları modaya yön veren en önemli etkenlerden biri. Şu anda bile modanın giderek bireyselleşmesi, kişisel zevk ve beğeninin ön plana çıkması bunun bir göstergesi. Kıyafet en basit anlamıyla kişinin dış dünya ile kurmuş olduğu sessiz bir iletişim aracı. Bir kişiyi gördüğünüzde onu tanımasanız bile giydikleri ile onun hakkında bir yorum yapmanız mümkün. Batı ve Doğu kültürleri arasındaki kıyafet farklılıkları yine kıyafetin bir iletişim aracı olarak kullanılmasının sonuçlarından. Benim için tasarım, tamamen o an içinde yaşadığım duyguların ve modun bir yansıması. Her ne kadar tasarım süreci değişse de aslında tasarımcının kullandığı tasarım dili değişmiyor. Bu da tasarımcıların farklı stil ve dile sahip olmasının sebebi; çünkü sevgi ve tutkuyla örülen her şey bir şekilde başarıya ulaşıyor.
Başarıya ulaşmak işinize olan aşk ve saygınızdan geliyor yani...
Aksu: Demek istediğim yaptığınız şeyi sevmeniz şart. Eğer iş 'iş' kimliğinden çıkamıyorsa çalışma zamanı, verdiğiniz emek hep gözünüze batıyor. Kendinizden ödün vermek gibi bir şey... Tasarım sürecinin her aşamasını seviyorum. Güzel olan yanı da hiçbir zaman sıkıcı olmaması. Ama bunu söylerken belirtmek istediğim bir başka şey de tasarımcı olmanın zorluğu. Tüm bu zorlukları bildikten sonra tasarımcılara, sanatçılara saygı duymamanız mümkün değil.
Birçok yerli ve yabancı ünlü isim tasarımlarınızı tercih ediyor. Bu nasıl bir his?
Aksu: Benim için tasarım yapabilmek, çizdiğim şeylerin hayata geçmelerini görebilmek paha biçilmez bir ödül. Ünlülerle çalışmak ise olayın tamamen ayrı bir bölümü... Bazı ünlüler ile çalışmak çok zevkli. Mesela en son Ellie Goulding ve Erin O Connor'ı giydirmiştik ve her ikisi de çok farklı iki karakter olmasına rağmen kıyafetlerle çok güzel iletişim kurabildiler. 'Bora Aksu kadını' kendini seven bir kadın. Kıyafetlere baktığında veya dokunduğunda onlarla iletişim kurabilen, duyguları ile gerçek olmaktan korkmayan, sadece farklı olabilmek için farklı olmaya çalışmayan ama özünde o ayrıcalığı yaşayan doğru ve dürüst kadınlar... Benim koleksiyonlarımın araştırma ve konsept oluşturma dönemi uzun bir süreç aldığı için onların kıyafet olması dışındaki hikayeleri ile ilgilenmesi önemli bir ayrıntı.
Sizce sektöre yeni giren genç tasarımcılar nelere karşı hazırlıklı olmalı, neleri prensip edinmeli? Beğendiğiniz ve başarılı olacağına inandığınız tasarımcılar var mı?
Aksu: Bence her şeyden önce tasarımın 9'dan 5'e yapılamayacağını, günün her saati yapmanız gereken bir yaşam biçimi olduğunu bilmeliler. Her tasarımcının kendi kimliğini oluşturması zaman alsa da, ben trendleri takip etmeyen ve kendi vizyonlarına sadık kalan tasarımcıları beğeniyorum. Zeynep Tosun'u çok başarılı buluyorum. Yenilerden de Londra'daki Pelin Işıldak, androgen stili ve modern vizyonu ile beni etkileyen tasarımcılardan.