RÖPORTAJ ÖZGE ZEKİ
FOTOĞRAF İSA ARSLAN
Ingrid Thobois, seyahat etmeyi seven ailesi sebebiyle Türkiye'yi yıllar önce keşfetmiş ve o kadar sevmiş ki yıllar sonra yolu buraya düşmüş. "Bugün atalarımın izinden yürüyerek ben de Türkiye'ye yerleşip gerek anne gerekse yazar misyonuma buradan devam ediyorum. Yaşadığım her anın yüzümü güldürmesiyle yolumun, hayatımın burayla kesiştiğine minnet duyuyorum" diyor. Thobois, yeni romanı 'Miss Sarajevo' ile savaşı farklı perspektiflerden ele alıyor.
Türkiye ile yollarınız nasıl kesişti?
1980 yılında Fransa'da, seyahat etmeyi çok seven bir ailede dünyaya geldim. Annem her zaman, meleklerin beni koruduğunu söylerdi, geçmişe ve içinde bulunduğumuz zaman dilimine baktığımda, her zaman çok şanslı olduğumu ve doğru söylediğini düşünüyorum. Topkapı Müzesi'nin kafeteryasında ilk Türk kahvemi içtiğimde 6 yaşındaydım. Ailemin ne kadar çılgın olduğunu düşünen garsonun endişeli bakışlarını daha dün gibi hatırlıyorum. Elma çayı sevmediğimi bilen ve beni hiçbir konuda zorlamayan ailem her zaman seçimlerime, özellikle de kişiliğimi oluşturan şu iki seçime büyük saygı gösterdi. Bunlardan birincisi henüz 21 yaşındayken İsviçreli bir yazarın peşinden (Nicolas Bouvier) Balkanlar, Türkiye, İran, Hindistan, Sri Lanka'ya yaptığım önemli yolculuklar olmuştur. İkinci önemli deneyimim ise 23 yaşında Fransızca öğretmek için gittiğim Afganistan'dır.
İlk romanınızı 2007'de yayınlamışsınız...
2007 yılında Afganistan'da geçen ilk romanımı yayımladım. 2009 yılından itibaren gençlik romanları yazmaya başladım. O günden beri bu iki türde de yazılar yazmaya devam ediyorum. Aynı anda birçok romanın hazırlığı içinde oluyorum. İkisi Türkçe'ye çevrilen Sollicciano ve Miss Sarajevo. Gençler için ise 14 roman yayımladım.
Türkiye sizin için ne ifade ediyor?
Benim için, Türkiye çok eskiye dayalı uzun bir hikaye... Büyük annemin annesi, Adile Hanım burada doğmuş, babası ise Türkiye'deki 20 yıllık yaşamına birçok şey sığdırmış, hatta din değiştirerek islama geçmiş. Galatasaray Lisesi'nde matematik ve fizik öğretmenliği yapmış, dilbilimci olarak Türkçe üzerine, dilbilim araştırmalarının yanı sıra, Türkçe-Fransızca bir sözlüğün yazılmasında katkıda bulunmuş. Bitkibilimci yönüyle ise Selanik'teki bitki örtüsü üzerine bir kitap yayımlamış.
Yeni romanınızdan bahseder misiniz?
Yeni romanım 'Miss Sarajevo' yeniden oluşum, canlanmanın hikayesi. Ölmek istediğine inanan, yaşamayı beceremeyen bir gencin hikayesi... 90'lı yıllarda Bosna Savaşı'nın tam ortalarında bu genç, Sarajevolu bir ailenin yanına sığınır. İçinde bulunduğu durumun tam tersine yaşamın anlamını sorgulamaya başlar... Ölüm ve yaşam; iki seçim arasında kalır. Bu roman aynı zamanda hayatın ve tatarihin en karanlık alanlarında bile her zaman yaşam; oksijen, ışık arayan bireylerin büyük gücüne saygı gösteriyor. Savaşın tam ortasında bile olsa, sabah uyanmak, yatağını yapmak, giyinmek, hatta güzellik yarışmasına katılmaktan daha doğal ne olabilir...
'Hiçbir roman gerçeklikten daha az harika ve çılgın olamaz' sözünüzle hayatın şaşırtıcılığına mı vurgu yapıyorsunuz?
Hayat beni her zaman şaşırtıyor. Bu inanılmaz varoluş senaryosuna, karşılaşma şansına, yolların kesişmesine hayret etmediğim bir gün bile olmuyor. Her şeyi şaşkınlıkla izliyorum. Görünüşe göre bu hayat senaryosu birisi tarafından yazılmış! Şanslar mı yoksa tesadüfler mi? Benim için şans diye bir şey yok. Varoluş hakkında oldukça Stoacı bir görüşüm var: Sanırım bir şeyler bir yere yazılıyor, ama insanlar (neyse ki!) hayatlarını etkileme gücüne sahipler.
Nicolas Bouvier ile yaptığınız yolculuklar size ne kattı?
O olmasaydı hayatım tamamen farklı olurdu. Beni bu yolculuğa iten o oldu. Bunu seyahat ederken anladım... Bana şiirin ne olduğunu öğretti: Şiir, dış dünyadaki en ufak bir sarsıntıyı ve aynı zamanda en gizli ruh halini aynı momentumda yakalayabilen bir bakış. Sonunda bana kelimelerin ağırlık taşıdığını, her kelimenin bir yeri olduğunu ve kimsenin birbirinin yerine geçemeyeceğini yoksa bir yazı olamayacağını öğretti.