Röportaj: Nazan ORTAÇ
Fotoğraflar: Deniz TOPRAK
Geçtiğimiz haziran ayında ani vefatıyla sevenlerini üzüntüye boğan Mehmet Tuna'nın eşi Şehnaz Tuna, zor günleri işine sarılarak atlatmaya çalışıyor. Klinik psikolog olan Şehnaz Tuna, kurduğu online terapi sistemi 'Evinizde Terapi' ile danışanlarının evlerinin konforunda terapi almalarını sağlıyor. Tuna ile Shangri-La Bosphorus Hotel'de bir araya gelerek hem yas sürecini hem de işini konuştuk.
Öncelikle merhum eşiniz Mehmet Bey ile ilgili konuşmak istiyorum...
Tabii ki... Mehmet'i anacağımız her an benim için çok değerli.
Haziranda 1 yıl olacak... Bu süreci nasıl geçirdiniz?
Evlendiğimde 22 yaşındaydım, onu 45 yaşında kaybettim. Yaşımın yarısı kadar bir süre... Biz 2012 yılında boşandık ama boşandıktan sonra da hep beraberdik. Hatta Mehmet'in vefatına kadar birçok kişi bizim boşandığımızı bilmiyordu bile. Mehmet'in bir lafı vardı, "Biz hayat arkadaşı olduk" diye. Evlerimiz ayrıydı ama günde 5 kere konuşur, haftanın 3 gününü beraber geçirirdik. Onun için onun vefatı beni derinden etkiledi. Kendim psikoloğum ama ben de bir insanım ve zorlanıyorum tabii. İki çocuğumuz var. Hem onlar hem de kendim için ayakta kalmam lazım. Sevdiği birinin ardından yasını herkes farklı türlerde yaşar. Şöyle diyebilirim; ben her gece Mehmet'le yatıyorum, her sabah Mehmet'le kalkıyorum. Ben kendi yas sürecimde bazı ritüeller belirledim; her hafta cuma günleri mezarlığa gidiyorum, kızımın babası için yaptığı bir şarkı listesi var, vazodaki çiçeklerini değiştirirken kulaklığımı takıp onun sevdiği birkaç şarkıyı dinliyor sonra da duamı ediyorum. Bir nevi buluşma gibi... Onun dışında, ben zaten hep çok spor yapan bir tiptim. Spora çok daha fazla ağırlık verdim. Haftada 3 gün yapıyorsam, şimdi 7 yapıyorum. Spor bana da yas sürecime de çok iyi geliyor. İşime çok zaman ayırıyorum. Online terapi şirketim 'Evinizde Terapi'yi, Mehmet'in vefatından önce, Haziran 2016'da kurmuştum. Zamanla beraber, iş de fazlalaşınca işime çok yoğunlaştım. Yani yas sürecimde sadece çocuklarım, işim ve spor var. Bir de yazıyorum. Mehmet'e ithaf edeceğim bir öykü kitabı projem var. Editörüm Zümrüt Bıyıklıoğlu ile onun üzerinde çalışıyoruz.
Çocuklarınız yurtdışında değil mi, onlar nasıl yaşıyor bu süreci?
Çocuklarım okullarına gittikleri için onlarla ancak Skype üzerinden konuşabiliyoruz. Yas enteresan bir süreç. Ya kişiyi çok yıkıyor ve kişi bu aşamada kendini dağıtabiliyor, ya da yası yaşayan kişi diğer uca gidiyor ve hem yaratıcı hem de kendiyle olumlu şeyler yapıyor. Ben bir yetişkin olarak bunu yapmaya çalıştığım gibi, çocuklarımı da o şekilde yönlendiriyorum. Kızım sanatçı, fotoğraf ve video okuyor. O tamamıyla sanata yönlendi. Deniz'in üniversitede sene sonu projesi babasıyla alakalı. Bütün bir sene babası ve Şamdan ile alakalı temaları fotoğraflıyor, videolarını çekiyor. Çok şahane çalışmalar. Deniz yasını öyle yaşıyor. Oğlumuz Memo da spora düşkün. O da hem spora hem de derslerine çok asıldı. Allah'tan teknoloji var. Birbirimizle sürekli iletişim halindeyiz. Dediğim gibi yas sürecimle üretici olarak baş etmeye çalışıyorum. Benim koca bir yarım gitti... İnanın bu röportajı yaptığımız şu iki saatlik süreçte Mehmet beni en az iki kere aramıştı. O denli yoğun bir ilişkimiz vardı. Sadece çocuklarımın babası veya eski eşim, hayat arkadaşım değil hayatımda büyük yer kaplayan bir insanı da kaybettim. Derin bir boşluk...
Hem Şamdan'ı hem Mehmet Bey'i eş zamanlı kaybettiniz...
Biz arka arkaya, gümbür gümbür felaketler yaşadık! Zaten Mehmet de bu acıyı kaldıramadı. Şamdan, Mehmet'in 42 senelik çocuğu gibiydi. Ve biliyorsunuz Mehmet hastanedeyken kapatıldı Şamdan. Dükkanına veda dahi edemedi. O dönemle ilgili olarak bir sürü şeyler konuşuldu. Siz o süreci nasıl yaşadınız? Öfkeniz, kızgınlığınız, kırgınlığınız var mı? Var tabii. Olmaz mı? Ama acım o kadar büyük ki inanın hiç muhatap olmak istemiyorum. Özeti bu şu anki hislerimin.
Yasal bir süreç var mı hala devam eden?
Hayır. Herkes ne vicdanı varsa onu yaşasın. Dedim ya ben muhatap olmuyorum. Olmayacağım da...
Siz bu süreçte cemiyet hayatından da mı uzaklaştınız?
Evet. Aslında cemiyet hayatı, Şamdan'dan dolayı bizim hayatımızın da önemli bir parçasıydı. Ama inanın şu sıralar davetler oluyor, açılışlar oluyor fakat benim içimden hiçbirine katılmak gelmiyor. Çünkü gittiğim her yerde Mehmet'i hatırlıyorum. Şu an hazır değilim. Yoksa uzaklaşmak gibi değil... Ama zaten biz Mehmet yaşarken de, Şamdan varken de, o davet bu davet gezen bir çift değildik. Bizim gittiğimiz belirli yerlerimiz vardı. Şamdan dışında gittiğimiz tek yer Papermoon'du. Onun dışında Rumeli Kavağı'nın sonundaki salaş balıkçılara gider, kalın kalın giyinir saatlerce otururduk. İlk evlendiğimizde Arnavutköy'de Bedri Baba'mız vardı, onun karavanına gider çay bardağında rakı içerdik. Biraz uzaktık anlayacağınız. Cemiyette bir şey olurdu, en son biz duyardık. Hem içinde hem dışındaydık camianın. Bizim en büyük zevkimiz evde oturup dizi ya da yarışma programı izlemekti. Son zamanlarında da, özellikle şubat ayında kalbi durduğunda ve ertesi günü Şamdan haciz edildiğinde, ben 40 gün evimi kapatıp Mehmet'in yanına taşındım. Çünkü Şamdan artık yoktu. Ona yakın olmak zorundaydım. O bana çay yapar, ben ona yemek yapardım. İşte bunları çok özlüyorum. Yerine de hiçbir şey konmuyor açıkçası.
Siz yıllarca işletmecilik yaptınız. Sevmiş miydiniz yoksa biraz eşinizden dolayı mı çalıştınız Şamdan'da? Çünkü aslında psikologsunuz...
Şamdan bizim çocuğumuzdu. Çocuklarımızdan önce Şamdan vardı. Mehmet'in eseriydi Şamdan. Ben sonradan dahil oldum. Orayı hiçbir zaman iş olarak görmedim açıkçası. Evimiz gibiydi çünkü. Mehmet öyle çok hesap kitap işlerini sevmezdi. Ben sadece işin o ayağını yürüttüm. Şamdan zaten kendi başına bir kişilikti. Dolayısıyla benim ayrıca bir şey kattığım söylenemez. Şamdan için yaptığım en özel şey, 440 sayfalık Şamdan kitabıydı herhalde. Mehmet çok mutlu olmuştu. Şimdi Şamdan'dan baki bir o kaldı, bir de anılar... Ama onun dışında Şamdan'a kadın eli değmedi bence. Maskülen bir mekandır Şamdan. Şamdan bir zorunluluk gibi gelmedi bana ama benim işim bu muydu? Değildi. Zaten ben 'Evinizdeki Terapi'yi kurmadan önce de mesleğimi ara ara yaptım. 5 seneye yakın Kerem Doksat'ın ana psikoloğu olarak çalıştım ki bu benim için çok önemliydi. Daha sonra yine iki farklı merkezde terapist olarak çalıştım. Bu süreç boyunca mesleğimden çok uzaklaşmadım. Mehmet bana boşanmamızın ertesi -biz boşandıktan sonra çok kısa bir dönem ayrılık yaşadık- "İşe döner misin?" diye sorduğunda "Tabii ki dönerim ama artık işin gece boyutunda olamam, beni affet" dedim. Zaten işin gece bölümünde Mehmet vardı her zaman. Ben daha ziyade 'mutfak' dediğimiz arka kısmında yani Şamdan'ın ofisini yönettim bir dönem. Dükkanın içinde, uzun yıllara dayalı kendi kendini yürüten çok köklü bir departman vardı zaten. Sonuç olarak bir dönem seçim yapmak zorunda kaldım. Mesleğim mi? Ailemizin geçimi mi? Bunun neticesinde de öyle bir desteğim oldu. Ama ne mutlu bana ve ne şanslıyım ki şimdi hayalim olan mesleğime son hız geri döndüm.
Çocukluk hayaliniz miydi?
Şöyle söyleyeyim size; ben Üsküdar Amerikan Lisesi mezunuyum. Bizim okulda psikoloji bölümü açıkta kalmamak için yedek yazılan bölümdü. Herkes işletme, ekonomi, siyaset tercih ederdi. Benim ise birinci tercihim psikolojiydi. Çok iyi bir öğrenciydim, her sene teşekkürle geçerdim. İlk tercihim olarak Boğaziçi Üniversitesi psikoloji bölümünü yazacağımı söylediğimde herkes bana, "Sen deli misin?" demişti. Düşünün sene 1989, ben o zaman 17 yaşındaydım ve terapistlik asla revaçta bir meslek değil. Ama benim ise hayalim terapist olmak. Fakat sonra şöyle bir şanssızlık oldu, o dönem babam vefat etti. Rahmetli babam psikoloji okumamı istemiyordu. Dolayısıyla babam ölünce ben de basın yayına girdim. Okulu dondurup bir sene Amerika'ya gittim. Babamın yasını da orada yaşadım açıkçası. Geri döndüğümde basın yayında bir yıl okuyup Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji bölümüne geçiş yaptım. Oradan da siyasete yatay geçiş. Maceralı bir eğitim hayatım oldu. Gerçi bugün geriye dönüp baktığımda iyi ki de öyle olmuş diyorum. Çünkü tüm bu bölümlerde aldığım eğitim şu anki mevcut donanımıma katkısı olan süreçler oldu. Oğlum Memo'ya hamile kaldığım dönem bir gün evde kitaplarımı düzenliyordum. Bir baktım onca okuduğum kitap arasından sadece psikoloji kitaplarını ayırmışım. Dedim ki kendi kendime "Ben bu işi yapacağım!" Ve 16 yaşından beri hayalini kurduğum mesleğime 2001 yılında kavuştum.
İki çocuktan sonra mu okudunuz psikolojiyi?
Evet... Yine Boğaziçi Üniversitesi'nde klinik psikoloji bölümünde yüksek lisans yaptım. Yüksek lisansa yaklaşık 100-200 kişi başvuruyor, bunların arasından da 6-7 kişi alınıyor. Ben de öncesinde hazırlık yapmadığım için "Nasıl olsa bu sene giremem, sınava girer, sorulara bakarım. Bir fikrim olur. Önümüzdeki sene çalışıp yine denerim" diye düşündüm. Ama sınavı geçtim! Tabii sadece bölüme kabul olmakla olmuyor. Önce kalan lisans psikoloji derslerimi bitirdim, sonra master'a başladım. Master'ın ikinci senesi hastaneye gidip, staj yapıyorsunuz. Ben de Balıklı Rum'da stajımı yaptım. 2001 yılında diplomamı aldım. Sonra da Kerem Doksat'la çalışmaya başladım.
Online terapi yapma fikri nereden geldi aklınıza? Yurtdışında yaygın ama Türkiye için yeni bir şey...
Aslında bu proje benim hep aklımdaydı. Ama Türkiye'de geçerliliği olan bir yöntem değildi. Online terapi metodunun Psikologlar Derneği tarafından kabul görüp yönetmeliklerinde yer almasıyla beraber ben de bu işe başladım. 'Evinizde Terapi' ismini bulduğum gün, ismi satın aldım ve başlangıcı yaptım. Benim yaptığım şey, hakikaten evinizde terapi. Evinde, oturduğun yerde, odanda terapi görüyorsun. Mesela öğle tatillerinde terapi verdiğim danışanlarım var benim. Şimdi sitem İngilizce'ye çevrildi. Onun sisteme girmesiyle beraber burada yaşayan expat'lara da online terapi vereceğim. İngilizce psikoterapi veren terapist sayısı çok az. Online ise bildiğim kadarıyla hiç yok. Düşünsenize, bu insanlar akşam 7-8'e kadar çalışıyorlar. Hafta içi terapiye gitmeleri imkansız, hafta sonu da aileleriyle birlikteler. Ama ben gece 12'ye kadar seans veriyorum. Dolayısıyla bu büyük boşluğu dolduracağımı düşünüyorum.
Sistem nasıl işliyor?
Sitede bir başvuru formu var, terapi almak isteyen kişi onu dolduruyor ve terapi almak istediği gün ve saat alternatiflerini benimle paylaşıyor. Uygun gün ve saatte mutabık kalıyoruz. Danışan hizmet sözleşmesini onaylayıp internet üzerinden kredi kartıyla ya da banka havale yoluyla ödemesini yapıyor ve çalışmamıza başlıyoruz.
Yüz yüze konuşuyor musunuz?
Yok, hayır. Aslında yazarak görüşme talebi çok oluyor. Ama ben işin o ayağına şu aşamada girmek istemiyorum. İleride sitenin aplikasyonunu yapmak gibi bir projem var, belki o zaman yazarak da yardımcı olabilirim insanlara. Ama bu aralar çok yoğun olduğum için ilgilenemiyorum. Evinizde Terapi dışında başka çalışmalarım da var. 'Sağlık Uzmanları' diye bir web sitesi var. Burası bir sağlık portalı. Bu sitenin psikoloji kategorisi benim sorumluluğumda ve buraya yöneltilen soruları cevaplıyorum. Teşhis koymuyorum, sadece öneri ve yönlendirmelerde bulunuyorum. Bunun yanı sıra 'Psikeart' ve 'BW Türkiye' dergilerine yazı ve makaleler yazıyorum. 'BW Türkiye' dergisinin YouTube kanalına psikoloji videoları çekiyoruz. 15 günde bir yayınlanıyor. Bir de öykü kitabım üzerinde çalışıyorum.
Terapistin, danışanın yanında olmaması, dezavantaj mı? Ama herhalde çok ağır klinik hastalar başvurmuyordur değil mi?
Ben, bana başvuranlar arasına hastane tedavisi gereken, psikotik boyutta olan hastaları almıyorum. Örneğin şizofren bir hasta ile video konferans aracılığıyla terapi ilişkisi kurmak pek mümkün değildir. İntihar riski olan ya da 18 yaş altı hasta da görmüyorum. İntihar riski olan birisini acil olarak psikiyatriye yönlendiriyorum. Bana göre online terapinin yüz yüze terapiden tek farkı fiziksel dokunuş. Yani sadece el sıkmıyorum ben. Ekran üzerinden danışanımın bakışını görüyorum, hijyenini tespit ediyorum, saçını başını, ifadesini gözleyebiliyorum. Tüm bu saydıklarım terapi çalışmasında son derece önemlidir. Sadece sesini duyarak danışanın ruhsal durumuyla alakalı çıkarsama yapmak yanıltıcı olur. Sesi sana iyi gelir ama aslında kişinin kendi bitiktir. Görselde bunu görebiliyorsun. Online terapinin avantajları, dezavantajlarından o kadar fazla ki. Evinden çıkmıyorsun, trafiğe girmiyorsun. İptal gerekirse, daha kolay iptal edebiliyorsun. Bütçe neredeyse yarı yarıya uygun. Bir de ben ev hanımı, öğrenci ve işi olmayan insanlara seans ücreti açısından yardımcı oluyorum. Ücretsiz yardım talebi oluyor. Ama psikoterapi farklı bir süreç. Terapi karşılıklı bir ilişkidir. Ücretsiz olduğu zaman yürümez sistem! Benim de buna göre belli bir minimumum var. Başvuran üniversite öğrencisi var, şehir değiştirmiş, ailesinden ilk defa ayrı kalmış, ortamı, okulu çok farklı...Ya da eşinin imkanlarına bağımlı ev hanımları. Kaygı bozukluğu ya da depresyonu var. Terapi almak istiyorlar ama imkanları yok. Nasıl reddedebilirim? İşte bu durumdaki kişilere yardımcı oluyorum. Şimdiye kadar bunu suiistimal eden tek bir danışanım dahi olmadı. Avantajları gerçekten çok fazla online terapinin. Mesela engelliler için ya da agorafobik hastalar için birebir. İki bina yandaki markete gidemeyen bir danışanım vardı. Düşünsenize nasıl gidecek bu insan terapiste? Beş seansta otobüse binip Eyüp Sultan'a gider hale geldi. Bir insanın hayatı değişiyor online terapi sayesinde. Sadece Türkiye değil, yurtdışından arayan da çok var. Ülkelerinden uzak bu insanlar Türk birisiyle konuşmak istiyorlar.
İlk siz mi yaptınız?
İlk diyemem ama kesinlikle ilklerdenim. Topluluklar var, 30-40 liraya web üzerinden hasta bakıyorlar ama sistemleri nasıl çalışıyor bilmiyorum açıkçası. Bir de yüz yüze terapi yapan, varsa eğer web sitelerinde online terapi de yaptıklarını duyuranlar var. Birey olarak bütün sistemini sadece online terapi üstüne kurmuş başka bir psikoterapist olduğunu zannetmiyorum. İlerleyen zamanlarda olacaktır ama eminim. Çünkü rağbet gören bir tedavi yöntemi.
Ruh sağlığı bozuk bir toplum muyuz peki? Terapi isteyen çok var mı? Çok var biliyor musunuz...
İmkansızlıktan dolayı terapi alamayan birçok insan var. Online terapi ulaşılmaz değil. Benim psikoterapist olarak vermeye çalıştığım mesaj biraz da bu. Gidip illa bir muayenehanede bekleyip 300-400 lira vereceğin bir hizmet olmamalı psikoterapi. Diğerleri neden pahalı peki? Kira, sekreter maaşı, elektrik, su, SSK gibi giderleri var çünkü. Online terapide ise bu giderler yok. Dolayısıyla seans ücretlerinin yarı yarıya düşük olmasının sebebi verilen hizmetin daha farklı olması değil. Ben kendimden yola çıkarsam psikoterapist ünvanımı Boğaziçi Üniversite'nden almış bir terapist olarak aynı hizmeti veriyorum ve vergimi de ödüyorum. Biraz da kendi çapımda yüklendiğim misyon bu: Kişiyi terapiye değil, terapiyi kişiye getiriyorum. Zaten 'Evinizde Terapi'nin mottosu da bu. Ruh sağlığı bozuk bir toplum muyuz demiştiniz. Bana çok uç vakalar gelmiyor. Genelde ilişki sorunları olanlar ve kaygı sorunları çok geliyor. Çok kaygılı bir toplumuz. Anksiyete bozukluğu ile başvuran danışan sayısı depresyondan çok daha fazla.
Bir de Youtube projeniz var, ondan bahseder misiniz?
Benim Evinizde Terapi başlığı altında sadece psikoloji konulu video çekimleri yapmak gibi bir projem vardı. Kanalımı da açmıştım ama o kadar şey üst üste geldi ki açıkcası ilgilenmeye fırsat bulamadım. Tam o esnada 'BW Türkiye'nin kurucusu İsmail Bey bana böyle bir teklifle geldi. Aslında benim yapmak istediğim ama fırsat bulup yapamadığım projeyi onlar bana sundular. Psikoloji alanında farklı konuları anlattığım 4-5 dakikalık kısa, öz ve bilgilendirici videolar... Her on beş günde bir yeni bir konuyu yayınlamak üzere şubatın ilk haftası yayına girdik.