"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Röportaj: Gülçin İŞLER FIRAT
Fotoğraflar: Canan YETİŞTİ SATKIN
Tülay Demir Oktay, bir kadının gücünü tüm dünyaya duyurabilen, duyarlı ve gelecek nesiller için kendisini son derece sorumlu hisseden ve bunun için çok önemli işler yapan özel bir kadın. Kendisiyle Raffles İstanbul Hotel'de buluştuğumuzda karşımızda kendinden son derece emin, güçlü, kararlı ama bir o kadar da naif bir kadın vardı. Dört dil bilen, üç çocuk annesi olan Oktay, Amerika, Türkiye ve Avrupa arasında mekik dokuyor. Çocuklar onun ana konusu. Neredeyse bütün çalışmaları onlar üzerine yapıyor. Suriyeli göçmen çocuklar ve kayıp çocuklar üzerine dünya genelinde çalışmalar yapıyor. Ama Oktay'ı herkes 'Yetenek Avcısı' olarak tanıyor. Çocukların, gençlerin, hatta yetişkinlerin tam potansiyelini ortaya çıkararak yaşaması üzerine çalışan bir şirketi ve ekibi var. Eğitim konusunda çok önemli tavsiyeler veren Tülay Hanım'ın Amerika'da lobicilik üzerine çalışan bir şirketi daha bulunuyor. Kadınlar olarak bize çok görevin düştüğünün altını çizen Tülay Demir Oktay, güçsüz kadını kabul etmiyor ve bakın kadınlara ne gibi tavsiyelerde bulunuyor... Tülay Hanım neler yapıyorsunuz şu sıralar? Tülay Demir Oktay: Üç tane şirket ve derneğin arasında gidip geliyorum. Bunlardan bir tanesi 'Yetenek Avcısı'; Türkiye'de bulunan gençler ve çocuklar üzerine yaptığımız mesleki yönlendirme çalışmaları. Amerika'da lobi şirketim var, lobicilik faaliyetleri yürütüyorum. Bir diğeri de Avrupa'da bulunan derneğim. O da Avrupa'daki gençleri ve çocukları ilgilendiren yetenek çalışmaları üzerine. Fatih bölgesinde TEOG sınavına giren çocuklarla yetenek analizi, meslek seçimi üzerine çalışmalar yapıyoruz. Geçen sene 880 çocukla bunu gerçekleştirdik. Bunu yavaş yavaş tüm Türkiye'ye hatta dünyaya yaymak istiyorum. Bunun dışında kayıp çocuklarla, mülteci çocuklarla ilgili çalışmalarla ilgileniyorum.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Göçmen çocuklarla ilgili neler yapıyorsunuz?
Oktay: Göçmen, mülteci çocukların durumlarıyla ilgileniyorum. Hemen hemen her yerde çok sıkıntıdalar ve Türkiye'de ortalama 500 bini okula gitmiyor çocukların, gençlerin... 500 bin çocuk Türkiye'de kalacaksa eğer o 500 bin çocuk bizim hayatımızda olacak demektir ve bu yüzden önemli. Ama ne yazık ki yerleştirildiklerinde Türk okullarında problemler oluyor. Çocukların entegrasyonu çok kolay sağlanamıyor.
Sizin çözümleriniz neler?
Oktay: Entegrasyon kesinlikle şart. O çocukların kendisini artık bir Türkiyeli hissetmeleri ve bu ülkede okula gidip, bu ülkeye hizmet etme şansı verilerek yetiştirilmeleri gerekiyor. Bir kere bunu kabullenmeliyiz. Bu konuda benim kendi tecrübelerim çok fazla tabii ki çünkü ben de bir azınlık çocuğu olarak yurtdışında yetiştim. O psikolojiyi iyi biliyorum. Entegrasyon sağlandığı vakit en azından içlerinden ülkeye katkı sağlayacaklarının ülkeye geri dönüşümü olabiliyor. Ama biz onları tamamıyla ötelersek ve kabul etmezsek, Türkiye'ye düşman bir nesil yetişir. Benim yetişkin olan mültecilere sözüm yok ama gerçekten küçük çocuklardan bahsediyorsak bu işin içerisine vicdan da giriyor. Bu ülkelerde savaşlar çıkartılıyor öyle ya da bu sebeple birileri suçlu ama bunun bedelini her zaman fakir çocuklar ödüyor.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Peki, bu konuda umutlu musunuz?
Oktay: Umutluyum. Ama korkunç bir gerçek de var ki dışarıdaki sahipsiz çocuklar, gençler kötü örgütlerinin ellerine düştükleri ve düşme riski çok yüksek olduğu için bunları korumamız lazım. Türkiye'den Avrupa'ya göç ederken 10 bine yakın küçük çocuk kayboldu ve bunların hiçbir yerde kaydı yok. Bu çocuklar neredeler, öldü mü, kaçırıldı mı? Hiçbir bilgi yok. Göç yolculuğunda kayboldular. Bu çocuklar bir gün bizim karşımıza nasıl çıkacak hiç bilmiyoruz. İşte bu yüzden bu çocukların bu kötü örgütlerin eline düşmemeleri için her bir vatandaş kendini bundan sorumlu hissetmeli. Bu sadece öylesine bir yardım değil. Kişinin kendi güvenliği ve kendinden sonraki nesiller için de her vatandaş elini vicdanına koymalı. Bu bizim sorumluluğumuz... Yeni bir nesil yetiştiriyoruz ve ben kişisel olarak da kendimi sorumlu hissediyorum.
Tülay Hanım Avrupa, Amerika, Türkiye arasında mekik dokuyorsunuz. Sizin dünyaya açılan bir iş yapma hikayeniz nasıl gelişti?
Oktay: Çocukluğumdan beri, doğup büyüdüğüm köyde (Hollanda'da bir köyde doğdum) kalmak istemediğimi söylüyordum ve bildiğim tek şey vardı orada kalmayacaktım, dünyaya açılacaktım. Önce tabii bir büyük şehre gitme hayaliyle "Amsterdam da olur" dedim. Daha sonra "Aslında Hollanda'da küçükmüş" demeye başladım ve gittikçe de sınırlar büyüdü.
Yetenek avcısı olma fikri ilk nereden çıktı?
Oktay: Eğitim fakültesi kökenliyim. Sınıf öğretmenliği yaptım ve aslında bütün hikaye de orada başladı, yani sınıf ortamında. Hep şunları soruyordum kendime; "Acaba bu çocukların tam potansiyellerini kullanabiliyor muyuz? Gerçekten tam potansiyelini kullanmış olsak acaba bu çocuk nereye gelir?" Bunları düşünürken aynı zamanda ilk çocuğum olmuştu. Böylece hem okula gidiyor öğretmenlik yapıyordum hem de evde çocuğumu gözlemleyerek pratik yapıyordum.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Bir insan neden yetenek avcısına başvurmalı?
Oktay: Bir insan kendi potansiyeli bilmeli ki, potansiyelini optimum en üst seviyede kullanarak başarılı ve mutlu olabilsin. Çünkü başarı ve mutluluk bir aradadır. Her insan bir potansiyeldir ve yeteneksiz insan yoktur. İşini iyi yapan, seven kişinin başarısız olma ihtimali yoktur. Başarı sayesinde kişi çok farklı noktalara gidebilir. Kalıplaşmış mesleklerin dışına çıkmak lazım. Mesela benim kardeşimin avukatlık diploması var ama daha hiç avukatlık yapmadı. Belki de o iş size karakterinize, yeteneğinize hiç uygun değil? Mesela hukuk seçenlere soruyorlarmış neden hukuk seçtin? Diyormuş ki, çünkü ben konuşmayı seviyorum. Halbuki avukatlığın en belirgin özelliği yazmakmış. Mesleki bilgide de eksikliğimiz var ve dolayısıyla işini sevmeden yapan bir sürü insan var.
Eğitim kurumlarını nasıl buluyorsunuz Türkiye'de? Ebeveynler neler yapmalı bu anlamda?
Oktay: İyi olan da var, kendini geliştiren de var ama halen bizim istediğimiz seviyede değil. Tabii ki dünyada da istenilen seviyede değil. Eğitim kurumlarının, ebeveynlerin şuna dikkat etmesi gerekiyor: "Çocuğumu gerçekten takip edip, tanıyıp doğru yönlendirebiliyor muyum?" Yüklenmeden tabii ki. Kişide olanı ortaya çıkarmak ve onun üzerine gitmek lazım. Gördüğüm kadarıyla gençler çok ihmal ediliyor. Ergenlikteki çocuklara aile çok fazla hassasiyet göstermiyor çünkü artık yorulmuş oluyor çocuktan... Çocuk da hem ailesi hem okulu tarafından anlaşılmıyor ve sonuç boşluğa itilmiş çocuklar. En son 800 çocuk üzerinde yaptığım araştırmada gördüm ki çocukları aile ve okul anlamıyor.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Eğitim kurumlarını nasıl buluyorsunuz Türkiye'de? Ebeveynler neler yapmalı bu anlamda?
Oktay: İyi olan da var, kendini geliştiren de var ama halen bizim istediğimiz seviyede değil. Tabii ki dünyada da istenilen seviyede değil. Eğitim kurumlarının, ebeveynlerin şuna dikkat etmesi gerekiyor: "Çocuğumu gerçekten takip edip, tanıyıp doğru yönlendirebiliyor muyum?" Yüklenmeden tabii ki. Kişide olanı ortaya çıkarmak ve onun üzerine gitmek lazım. Gördüğüm kadarıyla gençler çok ihmal ediliyor. Ergenlikteki çocuklara aile çok fazla hassasiyet göstermiyor çünkü artık yorulmuş oluyor çocuktan... Çocuk da hem ailesi hem okulu tarafından anlaşılmıyor ve sonuç boşluğa itilmiş çocuklar. En son 800 çocuk üzerinde yaptığım araştırmada gördüm ki çocukları aile ve okul anlamıyor.
Bu çok ciddi bir sorun. Eğitim sorunları hem okullarda hem de ailede var ve ne yazık ki bunun bedelini çocuklar ödüyor...
Oktay: Evet, ne yazık ki... Bir de şöyle bir şey var. İlkokuldan liseye kadar aile çocuğunu çok iyi bir koleje gönderiyor. Son seneye girince şöyle bir şeyle de karşılaşabiliyorlar; eğer çocuk çok başarılı bir öğrenci değilse "Siz çocuğunuzu alın, burada başarılı olamadı" diyorlar. Neden? Çünkü üniversite sınavına girecek çocuk okulun başarı oranı düşmesin. Böyle bir adaletsizlik, ticari bakış açısı olabilir mi? Devlet okulunda böyle bir şey olmuyor çünkü devlet okulu çocuğa sonuna kadar bakmak zorunda. Her şey paraya ve belli kalıplaşmış şeylere bağlı oluyor ve çocuk o performansın dışına çıktığı zaman eleniyor. O zaman aynı kalıptan çocuklar yetiştiriyoruz.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Nasıl çözümler üretilmeli peki?
Oktay: Milli Eğitim Bakanlığı da gerçekten bir önceki de şimdiki de canla, başla çalışıyorlar yenilikler yapılsın diye. Ama asıl eğitimde problem öğretmenlerimizde, buna öğretmenler kızabilirler ama ne yazık ki mesleğini sevmeden yapan, yanlış mesleği seçmiş çok sayıda öğretmen var. Yine aynı yere geliyoruz bu mesleği severek seçmediyse ya da meslek ona uygun değilse eğitimci olmak zaten çok zor bir iş ve sırf para için yapılacak bir şey hiç değil.
Bir de şöyle bir durum var. Günümüzde 'proje çocuklar' yetişiyor. Çocuk ata biniyor, piyano çalıyor, basketbol oynuyor, yetmiyor yüzmeye gidiyor... Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Oktay: Gördüğüm kadarıyla aileler kendi yapamadıklarını çocuklarında görmek istiyorlar. Kendi içlerinde eksik kalmış, yapamadıkları, içlerinde bastırdıkları duyguları çocuklarında görmek, yaşamak istiyorlar. Elbette ki hakları... Her çocuk kesinlikle spor yapmalı, katılıyorum. Ama burada çok önemli bir şey var çocuğun kendi istediği şey olmalı. Zorlama olmamalı. Sunabilirsiniz ama çocuk bunu istiyorsa. Bir kişinin şu andaki tüm başarısı çocukluğuna bağlı. Çocukluk hayatı çok önemli ama burada söylemek istediğim önem şu; çocuğa ne kadar imkan sunduğunuz değil, o çocuğu ne kadar izlediğiniz...
Buna rağmen bizim ülkemizden sporcu çok az sayıda yetişiyor, neden?
Oktay: Bu sorunuzu şöyle bir örnekle açıklayayım. Bir genç ile tanışmıştım, çocuk TEOG sınavına girecek ama bu arada yüzmede de çok başarılı, olimpiyatlara katılacak filan, dereceleri var. Ama okul ve aile çocuğa şöyle demiş "Sen artık yüzmeyi bırak, sınavlarına odaklan, sınav zamanı geliyor." Şimdi bu noktaya gelmiş bir çocuk ara verirse bu iş biter. O yüzden işte Türkiye'den sporcu yetişmiyor. Çünkü çocukluğunda bu kadar her şeyi yaptırmak istiyorsun, çocuk da yetenekliyse bir yerlere geliyor sonra çocuğa diyorsun ki "Sen yine de hukuk oku, doktor ol vs." Toplum baskısı devreye giriyor ve çocuk bunu bırakıyor, diğerine yöneliyor. Bunlar araya zaman girecek işler değildir ve ikinci plana düştükten sonra başarı beklenemiyor. Basit görülüyor işte. Ben de bunu ailemde yaşadım.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Nasıl?
Oktay: Bizim ailede de yukarıda bahsettiğim karşı çıkma durumları oldu ve neredeyse bu algıyı ben kırdım diyebilirim. Biz de de herkes devlet kurumlarında çalışıyor. İlk şirketimi kurma kararımı anneme söylediğimde annem dedi ki "Kızım bırak bu işleri, öyle kolay değil, kendi şirketini kurup bir yerlere gelmek..." Daha geçen sene annem bana "Tülay gerçekten iyi ki bizi dinlememişsin" dedi. Evet, anne, baba tabii ki doğrusunu biliyor ama onlar da kendi tecrübe ettiği kadarını bilebilir. Bir de gördükleri, duydukları kaygılarla, korkularla yaşarlar. Tecrübe etmediğiniz bir şeyi ne kadar bilebilirsiniz? Üniversiteye seminere gidiyorum, gençlere soruyorum, ne iş yapacaksınız, bilmiyorlar. Hedef koymadan hiçbir noktaya varamazsınız ki... Mevlana'nın bir sözü vardır "Aradığını bilmeyen bulduğunu anlamaz" diye.
Tülay Hanım, 22, 17 ve 3 yaşında olmak üzere üç erkek çocuğu annesiniz. Siz nasıl bir annesiniz, çocuklarınızı nasıl yetiştirdiniz?
Oktay: Çocuklara sormak lazım (gülüyor). Çocuklarımızı kendi istedikleri doğrultuda yetiştirdim çok fazla karışmadım. Sadece ilkokul döneminde biraz yönlendirme yaptım ama onun dışında onların söylediği her şeye saygı duydum. Ben tabii daha çok şanslıydım, kendi çocuklarımdan. Hollanda'da doğduğum dönemlerde Avrupa'da Türkler daha çok el üstünde tutulurdu ve gittiğim okulda tek Türk ben olduğum için öğretmenim, müdür benim çok üzerime düşerdi. İyi yerlere gelmem için ellerindeki tüm imkanları sundular. Başarılıydım, müdür sürekli bizim evimize gelirdi, benden hep çok şeyler beklediler. Babam da eğitim hayatımda benimle çok ilgilendi. Babamın eğitim hayatımda bana yaptığı baskıyı ben çocuklarıma uygulamadım, rahat bıraktım. Büyük oğlum Hollanda'da ses mühendisliği okuyor. Ortanca oğlum da görüntü üzerine çalışmalar yapıyor, belgeseller çekiyor. Hollanda'da yaşıyorlar. Bir de Ali Bey ile evliliğimizden 3 yaşında bir oğlumuz var, O, Türkiye'de bizimle yaşıyor.
Hollanda'nın ünlü gazetesinin kamuoyu araştırmasında lobicilik faaliyetinizle 'En Etkili 50 Türk'ten biri seçildiğinizde ne hissettiniz?
Oktay: 1963'de Hollanda'ya ilk dedem gidiyor ve benim annem de, babam da orada doğmuş, büyümüş. Dedem, gurbete gittim, çocuklarım burada başarılı olsun isteği ve arzu- "TİKAD üyesiyim. Kadın istihdamı olan projelerin hepsine destek veriyorum. Ama sadece kadın haklarını koruyalım, biz zavallıyız tarafında değilim. Öyle bir şeye inanmıyorum çünkü kadın daha güçlüdür erkekten ve kadında yüksek potansiyel vardır. " sundaymış. Babam da, halam da çok iyi yerlere geldi tabii ki ama torunu olarak ben de onu çok gururlandırdım. 'En Etkili 50 Türk'ten biri seçilince o zaman dedeme dedim ki "Arzun gerçekleşti" ve kendimi daha sorumlu hissettim. Ve ondan sonra lobicilik faaliyetlerimi daha çok artırdım. O zamana kadar hobiydi ama bu etiketi alınca daha ciddi yapmaya başladım.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Tülay Hanım erkek egemen bir dünyada çalışan bir kadınsınız. Bunun avantajları veya dezavantajları var mı?
Oktay: İşadamları ve siyaset adamlarıyla çalışıyorum. İş konusunda ben zaten çok sert biriyim. Karşı tarafın sertliği benim yanımda hafif kalabiliyor. Erkek egemen dendiğinde bir düşünüyorum girdiğim münakaşaları, toplantıları ve diyorum ki korunan taraf hiçbir zaman ben olmuyorum. Daha sert çıkış yapabiliyorum, onun avantajını yaşıyorum.
"Erkeklerden daha erkek olabiliyorum" diyorsunuz, nereden geliyor bu duruş?
Oktay: Birincisi bilmediğim hiçbir konuda konuşmam, iddiasını etmem. Çok kültürleri bilmek ve böyle yetişmiş olmak büyük avantaj. Dört dil konuşuyorum; Flamenkçe, İngilizce, Almanca, Türkçe. Sadece dil iletişimi değil de kültürü bilmek çok önemli böylece karşınızdakinin beklentisinin ne olduğunu anlıyorsunuz. Geleceğe fokuslanmış bir insanım. Mesela şu an buradayız, buradan daha ileriye nasıl gideriz diye bakarız.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Sizin gibi güçlü bir kadın, kadınlara neler önerir?
Oktay: Evde oturan bütün kadınları evden çıkarmak istiyorum. İnanın hiçbir evde oturan kadın çocuğuna da iyilik yapmıyor, kendine de. O pişmanlığı da sonra yaşıyor. Eğitimli kesim de evde oturuyor çok kızıyorum. İş kadını profiliyle baktığınızda bile genelde kocasının ona kurduğu iş olmuş oluyor. Bir kere kendinizi o kocanın gücünden sıyırın. "Kocam bana şunu alsın, bunu alsın" kısmını bir kenara bırakın, "Ben bunları almak, yapmak istiyorum" deyin. Para önemsiz değil, hayatta tabii ki önemli. Paranın önemsiz denmesi bana samimi gelmiyor. Parayı kazanmak senin için önemsizdir, o zaman başkası bana para versin demek istiyorsundur ve bu çok korkunç bir şey!
Genelde kadınlar anne olduktan sonra kariyerlerini geride bırakarak evde olmayı seçiyor.
Oktay: Kimse bu şekilde çocuğuna örnek olamaz, kötü örnek olur. Çok klasik olacak belki ama çocukla kaliteli vakit geçirmek önemli. 8 saat evde, çocuğunla televizyon karşısında boş boş vakit geçireceğine yarım saat gerçekten o elektriği yakalayarak, çocuğun kalbini yakalayarak iletişim kurduğun zaman bu hepsine bedel.
"Hedefim her zaman dünyaya açılmaktı"
Bizim toplumumuzda ne yazık ki hala erkekler kadınların çalışmasını istemiyor. Maalesef kadınlar da kabul ediyor...
Oktay: Çalışmayan kadına erkek saygı duymuyor. Kadında o güç olsa, başarı olsa erkekler onlara saygısız davranamaz. Çünkü kadının zaten yapı olarak kimseye eyvallahı yoktur, sevdiği için erkeğin yanındadır. İnsanlar birbirini sevdiği, beraber hayat yaşamak istediği için evlenmeyi seçmeli, muhtaç olma durumundan değil. Muhtaç olduğunu karşı tarafa hissettiren bir kadın her türlü kullanılmaya da açık oluyor. O açığı kadınların vermemesi gerekiyor. Sonra "Ben senin için saçımı süpürge yaptım, şöyle yaptım" demek için geç kalmış oluyorsunuz, baştan tavrı koymak lazım.