Güçlü, özgür, tutkulu Defne Samyeli

Defne Samyeli ile sıcak bir yaz gününde Bodrum’dayız ve filtrelerden uzak, samimi bir sohbet ile taçlanan bir çekim gününü paylaşıyoruz.

Güçlü, özgür, tutkulu Defne Samyeli

RÖPORTAJ İREM ORHAN
FOTOĞRAF SERHAT HAYRİ
VİDEO BERAT SONER ÇAPIN
STYLING NİL NİNAT
SAÇ HARUN ATEŞ
MAKYAJ ERKAN ULUÇ
MEKAN İÇİN AKANA HOTEL'E TEŞEKKÜR EDERİZ.


Hayatı uçlarda yaşamaktan çekinmeyen, doğası gereği neşeli, eğlenceli ama bir o kadar da çalışkan, ailesine ve sosyal konulara karşı sorumluluk bilinci olması gerekenin çok üzerinde biri Defne Samyeli. Özgünlük ise onun ikinci adı gibi; bunu "İnsanın olduğu gibi olması hali" şeklinde tanımlıyor. Hayatın her yeni günü yepyeni bir heyecan onun için ve hayatı her haliyle kucaklıyor. Bodrum Akana Cennet Koyu'ndaki çekim günümüzde enerjisiyle tüm ekibe ışık saçıyor, birlikte keyifli bir yaz gününü paylaşıyoruz. Bu esnada da Samyeli'nin tatlı sohbetine ortak oluyoruz ve yıllardır incelikle işlediği kariyeri, özel yaşantıları, anneliği ve gelecek planları üzerine daha önce hiç konuşulmayanları soruyoruz. O da beklenilenin üzerinde, olanca samimiyetiyle karşılık veriyor meraklı sorularımıza.

DEFNE SAMYELİ RÖPORTAJININ BACKSTAGE VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Defne Hanım, nasılsınız şimdilerde, yaz nasıl başladı sizin tarafta, nasıl hissettiriyor?
Gayet iyiyim. Yazın gelmesi neşelendiriyor insanı.

Yoğun bir kış sezonundan çıktınız, güzel işlerin içinde bulundunuz. Yaz sezonunda da çalışmaya devam mı yoksa tatil planları ağırlıkta mı?
Bizim için yaz dönemi de iş demek. Yazın tatil anlamına geldiği günler herhalde en son öğrencilik yıllarımdaydı. Okulların tatil olmasıyla yani. 19 yaşında ekranlara ve profesyonel iş hayatına adım atmamla birlikte, her yaz da 'yaz dönemi işlerim' oldu. Onun için çalışmadığım zaman tatil de nasıl yapılır bilmiyorum açıkçası. Bir iş yoksa tatil bölgelerinde en fazla üç dört gün durabiliyorum. En güzel tatil, konser sonrasındaki iki gün. Fazlası dengemi bozuyor, sudan çıkmış balığa dönüyorum. Bu yaz aralıklarla birkaç günlük tatil programlarım var, birkaç da tekne. Bakalım yapabilecek miyim?

Güzel bir çekim gününde sizinle Bodrum'dayız. Bodrum'un herkeste yeri başkadır ama siz buranın en çok nesini seviyorsunuz?
Begonvillerini seviyorum. Elbette çok anım var, neredeyse 30 yıldır gidip gediğim bir yer ama çok kalabalık buluyorum Bodrum'u, hele de yaz aylarında. En sakin plajları ve yerleri tercih ediyorum.

Siz sıkça yurt dışına da çıkıyorsunuz. Gitmekten en keyif aldığınız yerler nereler?
Geçen sene iki kez iş dolayısıyla gidip, tatil de yaptığım Orta Amerika'ya bayıldım. Tropik iklim insanıymışım ben, onu anladım. Ne çok sıcak, ne çok soğuk. Her şey ılıman. Bitki örtüsü, kuşları, o kadar farklı ki. Kolombiya, Nikaragua ve Karayipler harika geçti. Bunun dışında Fransa ve İtalya'cıyım. Tarihi, kültürü, sanatı ve yemekleriyle bu iki ülkede olmaktan çok keyif alırım. Beni tanıyanlar Avustralya'yı da çok seveceğimi söylüyor ama henüz gidemedim. ABD zaten çok sık gittiğim, zaman zaman çalıştığım, eğitim aldığım, çok çevrem olan bir ülke. Kendimi orada çok konforlu hissederim. New York'un aktifliği, iddiası ve enerjisine, Los Angeles'ın insanı resmen tedavi eden pembe gökyüzüne ve sakinliğine bayılırım.

Takdir toplamak, attığınız her adımın takip edilmesi, belki birileri tarafından idol sayılmak... Yani yıllardır 'ünlü' biri olarak sürekli göz önünde olmak sizi ve psikolojinizi nasıl etkiliyor?
Herhalde bu durum çok küçük yaşlarımdan bu yana hayatımın gerçeği olduğu için çok alışkınım. Artıları da var eksileri de. Benimki gibi sahne, ekran ya da sosyal medya olsun çok seyircili işlerde ödediğiniz bir fatura bu. Önemsemiyorum açıkçası, kendi yolunuzda kendi değerlerinize uygun yaşayıp adım attığınızda, göz önünde olmanın yan etkilerine karşı bir bağışıklık geliştiriyorsunuz.

Diğer yandan bu denli göz önünde biri olarak tabii hakkınızda doğru-yanlış pek çok haber de yapılıyor. Tüm bunlara nasıl set çekiyorsunuz?
Haber var, haber var... Duruma göre bazen adli süreci devreye sokuyorum, kimi için bizzat devreye girip kendi sesimi duyuruyorum. Kimine de yok muamelesi yapıyorum. Benim için ne ifade ettikleri önemli. Başkasının, "Buna kesinlikle dava açmalısın" dediği bir haber bazen umurumda olmayabilir, öte yandan çevremin sessiz kalmamı önereceği konularda en gür sesimle ortaya çıkabilirim. Genelde iç sesimi dinler, karar veririm. Sonucuna da razıyımdır.

'Özgünlük' kelimesinin sizdeki karşılığı nedir? Neleri özgünlük olarak tanımlıyor, neleri klişe buluyorsunuz?
Özgünlük, insanın olduğu gibi olmasıdır. Maske takmadan, 'kim hakkımda ne düşünür' demeden, özü, sözü, davranışı kendi kalbinin doğrultusunda 'bir' olmak. Sağı solu kollayıp pozisyon almak, adımlarını ona göre atmak, beğenilmek, kabul görmek, korunmak kollanmak ve onaylanmak adına aslında hiç inanmadığı argümanları savunmak falan, bunlar çok klişe, sıradan. İnsanız ve bu iki tarafta da aktifiz. Önemli olan insanın kendinin farkında olması. Nerelerde özgün, nerelerde sıradanım? Verdiğim bu kararda, yaptığım bu seçimde önceliğim ben miyim, yoksa birilerine şirin gözükme çabam mı var? Ne kadar çabalı olursa insan, o kadar kendi özgünlüğünden uzaklaşıyor. Çaba ne fena bir şey.

Pek çoğumuz biraz kafa dağıtmak için ilk fırsatta bir şeyler izleyip, müzik dinlemeyi tercih ederiz. Siz bu işlerin içindeki biri olarak eğlenmek ya da biraz rahatlamak istediğinizde ilk yaptığınız şey ne olur?
Sahne hayatım bu kadar yoğun değilken gece hayatına pek bir düşkünlüğüm vardı. Canlı müzik dinlemeyi, eşlik etmeyi ve dans etmeyi çok sevdiğim için. Şimdi ben o kadar uzun ve yoğun sahne performansı içindeyim ki, gece hayatına hiçbir merakım kalmadı. Eğlence yine aynı ama... Artık sadece ev ortamlarında yakın arkadaş gruplarıyla birlikte yapılan ya da dinlenen müzik, söylenen şarkılar ve dans etmek... Ev davetlerini çok seviyorum ben. Rahatlamak içinse yıllardır başvurduğum iki yol var. Hareket etmek. İçim biraz sıkılsın kendimi doğaya, yürüyüşe atıyorum. Ya da spor salonu. Bir diğeri yıllardır düzenli yaptığım bir şey, meditasyon. İnsanın kendiyle kurduğu ilişkinin sağlığı açısından çok değerli. Etrafım sevdiklerimle ne kadar dolu olsun istiyorsam da, zaman zaman yalnız kalmayı önemsiyorum. Hele gün içinde.

Yaptığınız işlerde hiç umutsuzluğa kapılıp pes etmeye yaklaştığınız oldu mu? Eğer olduysa yola devam etme konusundaki motivasyonu nereden buldunuz?
Pes etmek ve umutsuzluk, iş hayatımda çok tanıdık kavramlar değil benim için. Özel hayatımda, belki... İşlerimi seçerek ve büyük tutkuyla yaparım. Tutkunun bittiği yerde de bırakırım. Haberde olduğu gibi mesela. Ben coşkuyla bir işi yapıyorsam engel dediğiniz nedir ki, daha iyisini yapmak için bir fırsat sadece. 30 yıldır çalışıyorum, sıkıntısız, engelsiz, kolay bir iş görmedim ve yapmadım. Eğlencesi de burada, değil mi? Gönlünüzün istediğini yapıyorsanız motivasyona ihtiyacınız kalmıyor. Eğer bir iş için kendimi motive etmem gerekiyorsa o iş benim için yanlış iş demektir.

Hayatınızla ilgili büyük bir pişmanlığınız ya da "iyi ki yapmışım" dediğiniz, dönüm noktası saydığınız bir şeyler var mı?
Pişmanlığım yok. Ya da onlarla hesabımı görmüş olduğum bir yerdeyim. Bazı şeyler keşke olmasaydı desem, bunu diyen ben, o şeyleri yaşamamış olsaydım bugün bu fikirde olmazdım ki. Hayatta neyi ne kadar isteyip istemediğimizi öğrene öğrene ilerliyoruz. Ne yaptıysam istediğim, merak ettiğim için yapmışımdır. Önüme çok önemli fırsatlar geldi, zamanın hayat koşullarından ya da mesela pandemi dolayısıyla olamadı. Demek ki olmayacakmış ya da bugün için öyle. Pişman olsam ne olur, olmasam ne olur. İyi ki yapmışım dediklerim var tabii, olmaz mı? İlk aklıma gelenler de, tabii ki çocuklarım. Güzellik yarışmasına katılmak... Çünkü sonra bana hayatımın işinin kapısını, yani televizyonu açtı. Deren'e hamileliğim dolayısıyla kabul ettiğim habercilik teklifi. Bambaşka kanallarımı ve potansiyelimi açtı; eş zamanlı sürdürdüğüm köşe yazarlığım sonrasında devamlı yazar oldum. Televizyon çok büyük izlenme oranlarıyla beni milyonlarca insanın kalbine soktu. Her jenerasyondan takipçim, hayranım ve bilenim var. Benim yaşımda biri için bu çok eşsiz bir şey. Bir de, son olarak, Los Angeles'e geri dönmek yerine canlı müzik yapmaya karar verip kendimi bir kulüp sahnesinde bulmam Şarkı söylemeye ne kadar aç olduğumu keşfetmeme ve ilk aşkım müziği profesyonel olarak deneyimleme sürecini yaşamama neden oldu.

Aklınıza düşen bir fikir ile ilgili hızla aksiyon alanlardan mısınız yoksa uzun kafa yorma süreçleri sonrasında mı hareket edersiniz?
İkisi de. Kafamda oturduysa, hemen hareket ederim. Bir şeyler oturmuyorsa beklemeyi tercih ederim. Benim kafama her şey hemen oturmaz, o yüzden çok bekleyebilirim de. Alışverişte de öyleyim. Yeni taşındığım evde hayalimdeki tuzluk-biberliği bulamadığım için altı ay almadım. Arkadaşlarım sonunda isyan etti, onlar zorla aldı. İstediğim sandalyeyi bulamadım diye çok uzun süre sandalyesiz yaşayabilirim. Bu anlamda pratik bir insan değilim. Çok sevdiğim şeyleri, insanları, işleri evime, alanıma sokmak isterim. Seçici olmanın bedeli biraz da mahrum olmak. Ben bununla barışığım.

Kıyafet seçimlerinizle bazen eleştiri aldığınız da oluyor, eleştirileri dikkate alanlardan mısınız yoksa fikrine kıymet verdiğiniz biri olmadığı sürece kulak asmayanlardan mı?
Sadece bu iş için profesyonel olarak çalıştığım insanların, kızlarımın, ekibimin ve seçimlerine saygı duyduğum bir iki isim var, onların fikrine kulak veririm. Eleştiri dediğiniz herhalde dekolte üzerinden. Genç kızlığımdan itibaren dekolte giyimi severim. Yakışanın giymesini de çok desteklerim. İstemeyen kendi giymesin. İnsanların -hele kılık kıyafet üzerinden- birbirine kurduğu sosyal baskıyı satın almıyorum.

Peki, spor ya da sağlıklı beslenme konuları hayatınızda ne kadar yer kaplıyor? Siz hayatınızın her döneminde hep son derece fit kaldınız ama özel olarak yaptığınız bir şeyler var mı?
Spor yapmaya 20'li yaşlarımda başladım. Ağırlık, kardiyo, pilates. Hatta pilates hocalık sertifikam da var. Egzersizi çok seviyorum fakat zaman yaratamıyorum istediğim kadar. Haftada iki üç günle sınırlı. Elimde olsa daha çok yapmak isterim. Bununla birlikte her gün düzenli yaptığım birkaç egzersiz var. Örneğin trambolinim var evde, zıplıyorum. Ayrıca çok aktif yaşayan biriyim. Yürürüm, asansöre binmem, merdiven çıkarım. Yüzümü de egzersizle çalıştırıyorum, son 19 yıldır. Çok büyük faydasını gördüm. Çok güzel uyurum, en az 9 saat. Beslenme konusunda da güzel bir denge tutturduğumu düşünüyorum. Bedenimi çok iyi tanıyorum. Güzel yemek yemeyi çok severim, kendimi sevdiğim şeylerden mahrum etmem ama abarttığım dönemlerin hemen ardına mutlaka detoks benzeri keskin dönüşler yapabilirim. Bütün keyif verici şeylere, yemek de bunlara dahil, bağımlı olmamaya özen gösteriyorum. Ben beden-zihin ilişkisi konusunda sanırım çok yol kat ettim. Vücudun işleyişi, duygu ve düşüncelerin biyokimya üzerindeki etkisi, beyin ve hormonlar üzerine o kadar çok okudum ki, kendi fizik bedenim üzerinde bir kontrol sağladığıma inanıyorum. Son 15 yıldır neredeyse yaşlanma etkilerini hissetmiyorum bile. Bu nedenle yaş konusu endişe boyutunda gündemimde değil. Yaşım ilerledikçe geliştirdiğim yeteneklerim, yeni tecrübelerim beni o kadar heyecanlandırıyor ki, korku değil hevesle bekliyorum önümdeki yılları. Mantalite buyken, zaman neredeyse duruyor. Anlıyorum ki, çok kişiye bu anlamda faydam dokunacak, bir ilham kaynağı olduğumu görüyorum; kadınlar ve genç kızlar bana her ulaştıkları platformda bunu söylüyorlar. Şu ana kadar öğrenip tecrübe ettiklerimi de bir kitapta topluyorum, sonbahara yetiştirsem ne iyi olur.

Hayatınız boyunca sadece tek bir konuda kitlelere ilham veren biri olsanız, bu hangi konu ya da alanda olurdu?
İlerlemek. Hayatın her alanında... Fiziksel, ruhsal, ilişkiler, kariyer. Dünkü biz olarak kalacaksak yaşamanın ve yaş almanın manası ne? "Ben böyleyim" deyip, hayatının bazı alanlarında aynı yerde sayıp resmen ayağına sıkan kişileri gördükçe buna inancım artıyor. Herkesin olmayı istediği yer kendisini ilgilendirir, kendi paşa gönlünün keyfi. Ama kendi içinize bir fener tutup bakabildiğinizde, kendinizle yüz yüze geldiğinizde o kadar köhne, paslanmış, artık gitmesi gereken kalıp ve inanç buluyorsunuz ki. Ben kendimle yüzleşmekten korkmuyorum. İşimde, ilişkilerimde, sahip olduklarımda ayağıma dolanan bana ait ne varsa temizlemek için çalışıyorum. Zor olmakla birlikte, oralardan kabuk değiştirerek yeni 'ben'ler çıkıyor. Daha gerçek 'ben'ler. O zaman hayat da, sahnesi de, içine giren aktörler de değişiyor. Ama elbette iyi anlamda. Kitlelerin dünya şartlarından, toplumdan, ondan bundan şikayet etmesi halini bırakıp 'kendi'sine dönmesi ve önce kendini dönüştürmesi adına ilham veren biri olmayı isterdim. Tolstoy'un bayıldığım bir sözü var; "Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez." Kendini değiştirip dönüştürmeyen zaten dünyada fark yaratıp onu değiştirebilecek kapasitede bir varlık sergileyemiyor. Kendi ekonomisini yönetmeyi bilmeyen ülke ekonomisi için bilmiş bilmiş akıllar veriyor, mesela. Evinde demokrasiyi sağlayamamış, görüyorum, toplum ve demokrasi adına büyük büyük konuşuyor çoğu insan mesela. Yahu bir dur. İlgi alanından çık, etki alanına bir bak önce. Neyse, daha uzatmayayım.

Aşıkken nasıl biri oluyorsunuz peki?
Ooo çok neşeli oluyorum. Çok iyimser, çok üretken ve çalışkan. Hatta gamsız. Dünya yansa umurumda olmuyor. Biraz kör. Aşkın gözü kördür sözü ne doğru. Pespembe camlı gözlük takmış gibi oluyorum. Resmen böyle bir anım var. Bebek'teyim. Hava kapalı, yağmur bastıracak. Gökyüzü grinin en iç karartıcı tonu. Ama bir de bana sorun. Bana her şey pembe. Gökyüzü de, ağaçlar da... Öyle aşığım yani. Ay birden canım istedi bu hali, özlemişim. Aşık mı olsam...

Kızlarınızın meslek seçiminde yönlendirmeleriniz oldu mu, onlarla ilgili meslek hayali kurmuş muydunuz?
Hiç kurmadım. Çocukların sahibi değiliz, çoğu insan çocukları üzerinden kendi yaşayamadıkları çocukluğu ve kariyeri yaşamak istiyor. Onları bir türlü rahat bırakmıyor. Ben kendi hayallerimi kendim yaşıyorum. Çocuklarım da kendi hayallerini yaşasınlar. Ben eğitimi çok önemseyen biri olarak onlara neredeyse istemedikleri hiçbir dersi aldırmadım. Canları ne isterse onu olsunlar istedim. Kendi hayatlarının sorumluluğunu almak önemli ve değerli bence, bunu verebildiğimi sanıyorum. Deren oyuncu olmak isterdi hep, 14 yaşında başladı kamplara gitmeye. Derin ise şimdi 18 yaşında. Üniversite eğitimi için beklemesini uygun gördük onunla çünkü şu an net değil ne istediği. Düşünsenize 'yıl kaybetmesin' diyerek aslında çocuklar hayatta sonradan hiç sevmediklerini anlayacakları dallarda kaç yıllık eğitimlere nasıl zorlanıyorlar. Sonra da gelsin depresyon. 18 yaş ne istediğine karar verememiş bir genç için çok küçük.

Buradan sizi izleyen, takip eden genç arkadaşlarımıza kendi yollarından gitmek konusunda gerekli ilhamı alacakları, güçlü bir mesaj verecek olsanız, tek cümleyle ne dersiniz?
En zehirli cümleden uzak durmalarını tavsiye ederim; "El alem ne der?" Bir bireyin potansiyelini bu kadar baltalayan, başkaları odaklı yaşatan, onu sıradanlaştıran ve güdük bırakan bir cümle yok bence. Sen bir şey yapmak isteyeceksin ama el alem için kendini durduracaksın. Sana bir haberim var, el alem zaten hep der, sen ne yapsan der. Yapmasan da yapmadı der. El alem kim? Senden nasıl daha önemli ve değerli olabiliyor? Genç arkadaşlarımız attıkları her adımda bunları kendilerine bir sorsunlar.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.