Aydınlatmadan sofra takımlarına, mega yatlardan villa projelerine kadar pek çok alanda başarılı işlere imza atan Şilili tasarımcı Mauricio Clavero Kozlowski ile son projelerini ve tasarım anlayışını konuştuğumuz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Tisserant Art & Style ile iş birliğiniz nasıl başladı? Le Cercle koleksiyonun arkasındaki yaratıcı süreci anlatabilir misiniz?
Yaratma tutkusu, işimin ana itici gücü. Aynı özelliği, en sofistike projelerimden bazılarını geliştiren ünlü ve geleneksel bir üretimin kurucuları olan Tisserant ailesinde de buldum. Cercle koleksiyonu, yeni ve güncellenmiş bir seri ve ayrıca sofistike, beklenmedik bir evren yaratmak için Tisserant üretiminin ikonik parçalarını yeniden yorumlama isteği. Nadir inciler, dekoratif süslemeler, Tassinari & Chatel’in el yapımı ipek kadifeleri gibi özel doku ve malzemelerle yarattığımız koleksiyonun tamamı 24 ayar altınla kaplı.
Game Club serisinin tüm tasarımları 1920’lerin Paris kültürünü anımsatıyor. Tasarımlarınızda geçmişin nostaljisi ile günümüzün yeniliğini nasıl dengeliyorsunuz?
Nostalji uyandırmayan, 1920’de olduğumu düşündürmeyen bir denge kurmaya çalışıyorum. İnsanların başka bir dönemden ilham alan ama mekana ve şimdiki zamana mükemmel uyan bir yerde kendilerini rahat hissetmelerini tercih ediyorum.
Lalique, Daum ve Haviland gibi sofra tasarımı markalarının eski kreatif direktörü olarak gelecekte bu alanda çalışmaya devam etmeyi düşünüyor musunuz? Sizi bu tasarım alanına çeken nedir?
Aslında, markaların daha sonra belirli müşteriler için ürettiği yeni parçalarını, film setlerini, yemek yarışmalarını ve diğer işlerini sürekli araştırdığım, tasarladığım ve geliştirdiğim için sahadan hiç ayrılmadım. Bu nedenle bu alandaki planlar gelecekte olduğu gibi bugün de geçerli. Ayrıca, müşterilerime -iç mimari projelerinde– art de la table ve sanatsal parçalar konusunda tavsiyelerde bulunmak da görevlerimin bir parçası. Bazen sadece mevcut bir koleksiyonu satın almak değil, aynı zamanda tasarım ve teknik kriterleri karşılaması gereken kendi konutları veya yatları için özel bir seri oluşturmaktır. Beni sofra tasarımına çeken şey ise bu ikonik markaların yanı sıra geliştirilen ustalık, benzersizlik ve zanaatkarlık. Başından beri tasarım pazarında yer aldıklarını ve günümüze kadar standartlarını koruduklarını söyleyebiliriz.
Tasarım felsefenizi nasıl tanımlarsınız? Çalışmak için tercih ettiğiniz bir malzeme var mı?
Benim felsefem, tasarıma veya genellikle tasarımla el ele giden sanata dair mutlak ve dar bir görüşe sahip olmamak üzerine kurulu. Tasarımın beni şaşırtmasına izin verdim. Dahası objelerin, projelerin benzersizliğine, her kişi, aile, atmosfer, oda için benzersiz bir şey yaratmaya kesinlikle inanıyorum. Akılda benzersiz bir şey yaratma hedefiyle, zanaatkarlarla yakın çalışmak çok önemli bence. Farklı ülkelerde yaşıyor ve çalışıyor olmak, bana alanlarında uzman zanaatkarları tanıma fırsatı verdi. Kiraz gövdesinin kabuğu ve altın varakla uğraşan Japon zanaatkarlar; mermer ile çalışan İtalyan zanaatkarlar; at kılı ve bakırla çalışan Şilili zanaatkârlar; Arjantinli deri üreticileri ve zanaatkarları; kristal, porselen, ahşap, bronz ile çalışan Fransız zanaatkarlar gibi...
Bir nesneye ruh ve anlam nasıl verilir?
Nesnenin bağlamını değiştirmeye yönelik basit bir alıştırma, genellikle onun ruhunu uyandırmanın ve yeni bir değer, yeni bir anlam kazandırmanın en iyi yoludur.
Ev projeleri de yapıyorsunuz. Biraz bunlardan bahseder misiniz?
Ev projeleri -özellikle carte blanche/sınırsız yetki verilenler- kendimi daha iyi ifade etmemi ve tüm becerilerimi müşterilerle paylaşmamı sağlıyor. Proje genellikle istekleri ve ihtiyaçları anlamak için “yakın ve kişisel” bir yaklaşımla başladığından hassas ve benzersiz bir iştir. Bu adım, tailor made/müşteriye özel olarak tasarlanan bir projenin başlangıç noktası olarak kabul edilir. Bu, ister 100 metreden daha uzun bir megayatın iç ve dış tasarımı, ister Cote d’Azur’daki 200 yıllık bir konutun yenilenmesi veya paparazzilerden ve hayranlardan ayrı ve güvende kalmak isteyen rock yıldızlarının Akdeniz’deki bir sahil evi olsun...
Hem Şili’de hem de Paris’te yaşamak, farklı kültürel deneyimler elde etmek tasarım yaklaşımınızı nasıl etkiliyor?
Başta Şili ve Fransa olmak üzere farklı ülkelerde yaşamak kültürel açıdan zenginleşmekle kalmaz, aynı zamanda göze ve hayal gücüne farklı manzaralar, ışıklar ve renkler sunar. Bir yerde görülebilen, başka bir arka planda mutlaka iyi görünmeyebilir. Ayrıca yurt dışında yaşamak bana tek bir tasarım stiline tapınmayı veya idealize etmeyi değil, hepsinin en iyisini almayı öğretti. Ayrıca bir nesneye, bir renge ikinci bir şans, ikinci bir düşünce vermeyi de öğretti.
Aydınlatma tasarımına odaklanan bir tasarımcı olarak, oturma odası veya yemek odası için aydınlatma seçerken dikkate alınması gereken önemli noktalar nelerdir?
Kesinlikle doğrudan ve güçlü aydınlatma hayranı değilim. Bir ışığın bana ya da yemeğime doğrultulması gerektiği fikri beni hiç cezbetmiyor. Dimmer’lar harika arkadaşlardır.
Güncel tasarım trendlerinden ilham alıyor musunuz? Son zamanlarda çalışmalarınızı etkileyen bir trend var mı?
İlham kaynağım, gözlem ve mevcut koşulların analizi arasındaki bir denklem; bunu kodlar ve hareketlerle birlikte örerek nihayet bir kıyaslama olmadan benzersiz bir nesne elde ederim. Örneğin, su tüketimini azaltmaya yardımcı olmak için tasarlanmış, ancak son derece sanatsal bir kişiliğe sahip, üretim geleneğini ve ustalığını vurgulayan, kısa süre içinde piyasada olacak yeni bir banyo ve mutfak armatürleri serisinde durum böyledir.
Yaklaşan hangi projeler sizi heyecanlandırıyor?
Pek çok işimin yanı sıra, şu anda geliştirilmekte olan ve beni heyecanlandıran üç projem var: İlki Saint Jean-Cap-Ferrat’da tarihi arşivlerin eski bir yaşam tarzını yeniden canlandırmamıza yardımcı olduğu, böylece onun ruhunu koruyabileceğimiz, yeni sahiplerin gereksinimlerine uyarlanmış bir konut, herkesin hayalini kuracağını umduğum, botanik çalışmalardan ve yayınlardan ilham alan döşemelik ve perdelik kumaşlardan oluşan geniş bir koleksiyon ve ünlü bir Fransız üretici için bir dizi iç mekan aydınlatması.
Yazı: Akgün Akdil