Cemiyet hayatındaki isimlerle ilgili yaptığı moda eleştirilerini içeren bir blog ile başladı her şey. Uzun süre kendini sakladı ama 'Moda ve Sosyete' adını verdiği blogunun ünü aldı başını gitti. Ancak o tarzını hiç bozmadı. Ünlü isimleri yeri geldi acımasızca eleştirdi, yeri geldi onlara methiyeler düzdü. Popülerliği o kadar arttı ve teklifler almaya başladı ki sonunda Pelin Kaya ortaya çıkıp kendini göstermek zorunda kaldı. Hiç de birçok insanın sandığı gibi üniversite çağında, moda delisi bir kız değildi o. Aksine 40 yaşında, evli ve çocuk sahibi biriydi. Güleryüzlü, pozitif enerjiye sahip ve gerçekten de modaya düşkün biri. Yeni bir sezona girdiğimiz şu günlerde Kaya ile Zorlu Center'daki Beymen Mağazası'nda bir araya geldik ve ilk röportajını gerçekleştirdik. GÜNAYDIN gazetesinde de ünlülerin kıyafetlerini yorumlayan Pelin Kaya hem blogununun başarısını, hem bu günlere gelme hikayesini, hem de yeni sezon trendlerini anlattı.
Sizi 'Moda ve Sosyete' adlı blog ile tanıdık ve bir anda fenomen oldunuz. Nasıl başladı bu blog hikayesi?
Kendimi bildim bileli modaya ilgim olmuştur. Liseyi bitirdikten sonra İtalya'da moda eğitimi almak istedim, ama ailem izin vermedi. Onların istediğini okudum ama içimde bu aşk hiçbir zaman azalmadı. Her ay neredeyse tüm yabancı moda dergilerini okurum, araştırırım. Hollywood starları neler giymiş takip ederim. Defileleri kaçırmam. Yeni çıkan markalar ilgimi çeker, seyahatlerimde mutlaka uğrar yakından incelerim. Kısacası markalar konusunda iyi bir birikime sahibim. 2008 senesinde dünyadaki blog rüzgarı Türkiye'ye uğradığında çevremden "Hadi Pelin bir blog aç" baskısı başladı. Ben de açmayı istiyordum ama dilimi tutamayıp, eleştireceğimi de bildiğim için çekiniyordum. Fikirlerine çok güvendiğim eşimin de bir sabah "İşte o çekindiğin şey senin farklılığın olacak" demesiyle blogumun taslağını iki saatte hazırladım ve açtım. Kendi zevkimden yola çıkarak şık ve rüküşler listesi oluşturmaya başladım. Buna piştileri ve dünya trendlerinin sosyeteye yanısımasını da ekledim. Kendimi arka planda tutarak herkesi olumlu/olumsuz eleştiriyordum. Sonuçta tüm bu macera, ilk cümlemin özeti. Bir şeyi ne kadar çok isterseniz, ne kadar severek yaparsanız öyle ya da böyle mutlaka başarılı oluyorsunuz.
Daha önce ne eğitimi almıştınız, ne işle uğraşıyordunuz?
Paris'te iş idaresi ve pazarlama okudum. Moda sektörünün çok dışında bambaşka bir sektörde eşimle birlikte kendi işimizi yapıyorduk. Eşim işinin başında devam ediyor ama benim için devam etmek artık zor. Blogum beni bambaşka bir yöne saptırdı ve bu da epey vaktimi alıyor.
Blog yazmaya başladığınızda bu işin ilerleyeceğini tahmin etmiş miydiniz?
Hayalini bile kurmadım diyebilirim. Sonuçta tipik bir 'blogger'dım. Gayet amatör ruhla, sadece kendimi mutlu etmek için yazıyordum.
Blogunuzda özellikle cemiyet hayatının ünlü isimlerinin kıyafetlerini yorumluyorsunuz. İlk başta tepkiler aldınız mı? Size kızan, eleştiren oldu mu?
Olmaz olur mu? Söz konusu olan giyim kuşamlarına maksimum ölçüde önem gösteren, bakımına düşkün kadınlar. Dolayısıyla egolar yüksek. Her daim çok güzelsiniz, çok hoşsunuz iltifatları içinde yaşıyorlar. Ve kadının biri çıkıyor lafını esirgemeden şunu neden giymiş, saçı olmamış, makyajı kötü deyip tüm emeği baltalayabiliyor. Empati yaptığımda hoş bir durum olmadığını kabul ediyorum. Ama onlar da ne kadar çok ön planda olurlarsa, o kadar çok eleştiriye açık olabileceklerini kabul etmeliler. Uygun bir dille herkesin eleştirebileceği bir dönemi yaşıyoruz. Dünya moda sektörünün ana besin kaynağı iyi/kötü eleştirilerdir. Konu ettiğim kişilerden mahkemelik bir tepki almadım. Zamanında yoğun mail trafiği yaşadığım kişilerle bile şu an aramız gayet iyi. Hatta bilgi alışverişinde bile bulunuyoruz. Sanırım zamanla beni tanıdılar ve benimsediler. Sonuçta niyetim kötülük yapmak, kişilerin canını yakmak değil.
Blogunuza ne kadar zaman ayırıyorsunuz, piştileri nereden buluyor, nasıl takip ediyorsunuz bunca şeyi?
Sadece blog yazdığımda, günde en az 1-2 saatimi ayırırdım. Ama öncesinden neyi nasıl yazmalıyım, hangi görseli kullanmayalım diye plan yaptığımı da düşünürsek daha fazla olabiliyor. Şu an eskisi kadar bloguma vakit ayıramıyorum, çünkü yazılarım blog dışına gazete ve dergilere geçiş yaptı. Artık günün her saati hangi konuyu nerede kullanmayalım diye ajandamla yapışık yaşıyorum diyebilirim. Eskiden en birinci kaynağım yabancı bloglardı, ama günümüzde bunun yerini sosyal medya aldı. Bunun yanı sıra dergi aşkım bitmez. Sayfa çevirmeyi, dokunarak okumayı sevenlerdenim. Takip ettiğim sitelerden Hollywood starları neler giymiş mutlaka bakınırım.
Uzun bir süre kimliğinizi sakladınız. Bunun özel bir nedeni var mıydı?
Özellikle yapılan bir şey değil, aslında nedeni çok basit. Eşim hiçbir şekilde görünmemi istemedi. Sadece kendimi değil, blogumun konseptine uygun yeni aldığım bir çantayı ya da ayakkabıyı bile paylaşmamı istemedi. Blog açacağım vakit tek şartı buydu, ben de aynı fikirde olduğum için kabul ettim ve uzun zaman da sözümü tuttum. Ama gazetede yazmaya başladıktan sonra işin şekli değişti. Ardından dergilerde gelince, artık eşim de bir şey diyemez oldu. Bir şey diyemez diyorum, ama Instagram'da topu topu 3-4 'selfie' karem vardı, geçenlerde onları bile sildirdi. Kendine has, hoşuma giden bir koruyucu yapısı var. Neyse ki karşılıklı özveriyle ortak noktada buluşmayı başarabiliyoruz.
Kimliğinizi açıkladıktan sonra herkes biraz şaşırdı çünkü çoğu insan karşısında üniversiteye giden, daha genç ve aklını moda ile bozmuş birini bulacağını sanıyordu. Ancak siz aksine 30'lu yaşların sonunda, evli ve çocuk sahibisiniz değil mi?
Hatta 40 diyelim. Blogum vasıtasıyla tanıştığım çoğu kisiden aynı yorumu aldım. Ne güzel, demek ki ruhumun gençliğini, eğlenceli tarafını karşı tarafa iyi yansıtabilmişim. Evli, mutlu ve çocuklu kesimdenim. Modayla kafayı bozduğumu söyleyemem. Sadece uzun yıllardır sahip olduğum bir hobi gibi. Lüksü, şıklığı, zarafeti, kaliteyi, güzelliği seviyorum. Blogum sayesinde, hobim hakkında yazmayı da sevdiğimi keşfettim.
Firmalarla işbirliği yapıp bu işten para kazanılmaya da başlandı. Siz bu işten hiç para kazanacağınızı düşünüyor muydunuz? Eşiniz şaşkın mı örneğin?
Evet, para kazanıyorum. Blogu açmam, para kazanayım diye olmadı ama artık istemeseniz de para kazanıyorsunuz. Çünkü sosyal medyada 100 binden fazla takipçim var ve A+ kesime ulaşmak adına da ideal bir aracıyım. Bunun farkında olan markalarla da ortak bir noktada buluşuyoruz. Eşim benim neler yaptığımı daha yeni yeni anlamaya başladı. Sosyal medyanın çok dışında biri. Bloguma nadiren bakar. Gazetenin sadece politika ve ekonomi kısmını okur. Bense hiç okumadığı yerlerdeyim. Para kazanmaya başladıktan sonra da bu tablo değişti dersem yalan olur. Ne kadar sosyal medya insanı olmasa da sıkıştığım anlarda en büyük yardımcım yine eşimdir.
Biraz da sizin tabirinizle 'Sosyete'den bahsedelim. Yurtdışını da takip eden biri olarak İstanbul sosyetesi ve yurtdışındakileri kıyaslarsanız neler söylemek istersiniz?
Uzun yıllar Avrupa'da yasamış biri olarak rahatlıkla bizim sosyetemizin trendleri takip etme konusunda çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. İstanbul sosyetesinin tüketim ivmesi çok yüksek. Koleksiyonlar göründükten hemen sonrası markalardan beğendiklerinin notlarını alırlar ve mutlaka en kısa zamanda istediklerine sahip olabiliyorlar. Yeniliğe açıklar, seçimlerinde cesurlar. 3-4 sene önceki bilinçsizce tüketimin yerini, yakışanı seçebilmek aldı. Eski sezondan giyinmekten korkmuyorlar. Bazen bir markaya takılıp hepsinin bir örnek göründüğü olabiliyor ama bu sorun bize özel değil, dünyanın her yerinde yaşanıyor. Avrupa sosyetesinden farkları şu; çok güzel kadınlarımızın doğallıktan uzaklaşıp hiç ihtiyaçları olmadığı halde fazla makyaja bulanması, herkesin aynı boyalı sarı saça sahip olması, estetiğin dozunu abartmaları ve yeryüzünde sadece iki çanta markası varmış gibi Hermes ve Chanel'den şaşmamaları.
Sizden ünlü isimler kıyafet seçimi konusunda destek almak istiyor mu?
Evet, oldu. Ama ben bu işi profesyonel olarak yapmak istemiyorum. Aslında isterim de, ne vaktim, ne de enerjim var. Ama yaptığım eleştirilerle birçok kişiye yol gösterdiğimi biliyorum. Tabii bunu da kişinin kendisinden duymak çok hoş oluyor.
"Şu kıyafeti giyersem iyi şeyler yazar mısın" diyenler var mı?
Direkt değil, ama dolaylı yoldan çok oldu. Bu gibi durumlarda tepkisizim. Beni etkilemesine izin vermem. Çünkü blogumda da her zaman neyi nasıl düşündüysem sansürsüz işledim. Bir özelliğiyle çok eleştirdiğim birini başka bir özelliğiyle takdir etmişliğim çok olmuştur. Çünkü öyle hissetmişimdir ve bu hissimi ne kendimden, ne de takipçimden esirgerim. Bugün sizle bu röportajı yapabiliyorsam da, işte bu tarafsız yaklaşımım yüzündendir.
Bu sezonun olmazsa olmaz parçalarından bahsedelim biraz da... Sizce gardıroplarımızda mutlaka neler olmalı yaz sezonunda?
Pastel renklerin altın çağı son hız devam ediyor. Özellikle leylak tonları, nane yeşili ve bebek mavisi tonları. Bu yaz tüm kıyafetinizin tek renk olması epey moda. Spor kesimler haute couture'de bile görülebilmekte. En klasik elbiseyi bile bomber ceketle eşleştirebilirsiniz. Kamuflaj desenlere neon renkler de eklendi ve modası tam gaz devam ediyor. Kalem eteklerin modası geçmez ama bu yaz en büyük rakibi midi boy etekler. Çiçekli, volanlı, dantel ve nakışlı elbiselerle romantik rüzgar devam ediyor. Vücut yapınız uygunsa, bluzların kısa olanlarını seçin. Pantolon paçaları ise epey bol.
Siz nerelerden giyiniyorsunuz, kıyafete çok para harcar mısınız? Yoksa pazardan da giyinir misiniz, marka takıntınız var mı?
Markadan önce kaliteyi ararım. Bir seyi aldığımda, uzun yıllar kullanabilmem önemli. Beymen Academia birinci markam. Mapa kurtarıcı adresim. Max Mara'nın paltolarından Carven'in kalın ceketlerinden vazgeçemem. Alexander Wang'in kısa ve dar paça ipek krep pantolonları olmazsa olmazlarım. Özel dikim için Mybestfriends'den şaşmam. Kısaca sezonluk ya da trendlere göre alışveriş yapmam. Ama kıyafette ne kadar bilinçli tüketici olduğumu düşünürsem, iş ayakkabı ve çantaya gelince de gözü dönenlerdenim. Marka takıntım var ve bütçemi en çok sarsan da bu.
Röportaj: Öykü YAZICIOĞLU
Fotoğraflar: Haydar ERÇİN