Nazan ORTAÇ
Fransız soprano Emma Shapplin, geçtiğimiz hafta Hüsnü Şenlendirici ile birlikte gerçeküstü bir konserle, Doğuş Grubu sponsorluğunda Volkswagen Arena'daydı... Müzik kariyerine klasik müzik ile başlayan daha sonra rock müziğe yönelerek özgün müzik tarzını yaratan Shapplin, İstanbul konserinde, klarnet virtüözü Hüsnü Şenlendirici'yle birlikte çok özel Şarkılar seslendirdi. Yüksek sesli canlı performans altyapısı ve izleyiciyi içine alan mimarisiyle dünyanın sayılı konser salonlarından Volkswagen Arena'da müzikseverler, opera ve rock müziği birleşiren Shapplin ve Türk müziğini dünyaya açan müzisyenlerden Şenlendirici'nin eşsiz performansına tanıklık etme şansı buldu. Bu sıra dışı performans için İstanbul'da olan Emma Shapplin ile buluştuk...
Müziğe olan yeteneğinizi keşfettiniz ve mücadele ettiniz, bu süreç nasıl başladı?
Bunun için savaşmam gerektiğini söylemeyeceğim, kavga etmekten veya savaşmaktan hoşlanmıyorum. Aslına bakarsanız ben yalnızca şarkı söyledim ve doğru insanlarla tanıştım. Bunu da ilk albümüm, sonrasında başarı ve konserler takip etti.
Gerçek adınız Crystêle Madeleine Joliton'u kullanmamanızın sebebi nedir?
Emma'yı, bana 'sağlam' ve 'güçlü' gibi çağrışımlar yaptığı için seçtim. Fonetik olarak da eski Fransızca'daki 'aşk' fiilinden türeyen 'seven' kelimesine benzetiyorum. Shapplin ise 'sapelin koruyucusu' anlamına gelen 'chapelain' kelimesinin İngilizcelestirilmişi. Gerçek ismim, bende 'bir yusufçuğun ezilmiş kanatları' gibi bir anlam ifade ediyordu, ismimin tam anlamı ise 'güzel ses'. Benim gibi yalnız, içe dönük, utangaç ve zayıf bir kız için çok da uygun olmadığını hissettim asıl adımın. Ve bir takma adın arkasında 'saklanmaya' karar verdim, en azından kendimi daha güçlü hissedene kadar. Aslında böyle bir isimle doğduktan sonra, müzisyen, ressam ya da hayalperest olmaktan başka ne yapabilirdim (gülüyor)...
1970'ler Fransa'sı... Paris'te bir mahallede, polis bir babanın ve sekreter bir annenin kızısınız. 14 yaşına kadar müziğe ilgi duymamışsınız, o yıllar sizde nasıl anılar bıraktı?
Beş yaşıma kadar ailemdeki herkes beni 'erkek Fatma' ve enerji dolu, etrafına direktifler yağdıran küçük bir palyaço olarak hatırlıyor. Ancak 6 veya 7 yasımda her şey değişmeye ve kafam karışmaya başladı. Sanki hayatımda bir şey olmasını bekliyormuşum gibi, o zamanlar inanılmaz içe dönük, yalnız ve utangaç, hatta inanılmaz utangaç bir hale geldim. Zamanımın çoğunu bahçemizdeki kiraz ağacının tepesinde veya evimizin çatısında oturup bulutları izleyerek, şiir okuyarak geçiriyordum. Çalışmadığı zamanlarda annem beni müzelere, kütüphanelere götürürdü, olimpik bir havuzda bana yüzme öğretmişti. O zamanlar çok korksam da, şimdi yüzmek hayatımın çok önemli bir parçası. Bana dikiş dikmeyi ve daktilo kullanmayı da annem öğretti. Neredeyse her hafta sonu babam; annemi, iki erkek kardeşimi, beni ve tek gözlü siyah labradorumuz 'Penelope'u alıp, yeşil Volkswagen karavanımızla Fransa'nın kırsal kesimlerinde dolaştırıyordu. Fransa'nın, kırsal bölgelerinin çok vahşi ve korunaklı tarafları var. Hiçliğin ortasında, bir kamp ateşinde, 'kamp sosisi' pişirip yerdik ve günlerimizi kar, rüzgar, yağmur ya da güneş altında dolaşarak, vahşi hayvanları, bitkileri, çiçekleri gözlemleyerek geçirirdik. Bir çocuk için her zaman ideal bir ortam olmasa da, büyüdükçe bunların en iyi hatıralarım olduğunu fark ettim.
Müziğe hiç ilgi duymadığınız halde sanatçı oldunuz, fikrinizi bu kadar değiştiren ne oldu?
Her sanatla olduğum gibi müziğe de ilgiliydim aslında. Sadece insanların önünde şarkı söyleyip, bir enstrüman çalmak, benim için zordu. Çok içe dönük ve çekingendim. Sonra operayı duydum, taklit etmeye başladım ve bu histen zevk almaya başladım.
Ailenizin sizi müzikten uzak tutma çabalarının sebebi neydi?
Bir kız için tehlikeli olduğuna inanıyorlardı. Kendileri müzisyen değildi, bu dünya hakkında hiçbir bilgileri ve herhangi bir bağlantıları yoktu. Dolayısıyla korkuyorlardı ve endişeliydiler. Tamamen anlaşılabilir bir durum.
Kendi müziğinizi yaratma kararı nasıl oluştu?
Kendimi özgürce ve o zamanlar tanımak istediğim herkese ifade etme ihtiyacı hissettim. Müzikte yeniden icat ettiğim harika deneyimleri insanlarla paylaşmak istedim. Kişisel bir müzik ve kişisel bir şarkı söyleme biçimi bu benim için...
Kendi müziğinizi kendiniz yaparken nelerden besleniyorsunuz?
Beste yapmak kolay mı sizin için, yoksa sancılı bir süreç mi? Fransızca ve İngilizce dillerinde şarkı yazmak ve bestelemek benim için her zaman çok hoş, eğlenceli ve akıcı bir deneyim. Neo-Klasik bir şarkıyı bestelemek ve yazmak ise başka bir hikaye. Bu bir egzersiz gibi; enstrümantal ve vokal teknik alanlarında daha fazla ilgi ve hesaplama gerektiriyor. Aynı zamanda İtalyan şiirlerine ve sözlüklere de dalmam gerekiyor.
Nelerden ilham alırsınız? Siz kimleri dinlersiniz, neler izlersiniz? Hangi yazarları okursunuz, başucu kitabınız var mı?
Garip bir şekilde büyük bir CD koleksiyonum yok... Çoğunlukla klasik müzik albümleri dinlerim; Bach, Mozart, Chopin, Schubert, Schumann, Satie, Beethoven, Albinoni ve elbette operada Bellini, Verdi, Puccini, Mozart ve diğerleri. Ayrıca Steve Reich, Arvo Part, Bowie, Rolling Stone, Santana ve diğerleri... Ama tekrar tekrar dinlediklerim Chopin ve Bach... Ve yatağımın kenarında çok fazla kitap var... Aslında neredeyse her yerde var! Çoğunlukla 20. yüzyılın başlarındaki ressamlar ve heykeltıraşlar üzerine büyük kitaplarım var, ayrıca şiir kitaplarım da... İtalyan şiiri, İngiliz şiiri, Alman şiiri, elbette Fransız şiiri, hatta Japonca ve Farsça şiirler ve sözlükler, çoğunlukla 19. yüzyıl yazarlarının romanları, biyografiler ve Nietzsche, Goethe, Osho, Rumi, Plato, Dante gibi isimlerin felsefe kitapları hep çevremde olur.
Türkiye'de sık sık konserler verdiniz. Türk dinleyicisi ve Türkiye sizin için ne ifade ediyor?
Arkadaşça bir ülke ve arkadaş canlısı hayranlar...
Bu kez sahneye ünlü Türk sanatçı Hüsnü Şenlendirici ile paylaştınız. Nasıl gerçekleşti bu işbirliği, kendisini tanıyor muydunuz önceden?
Bir Türk müzisyen, bir şarkıcı ve bir enstrümantalist ile bir işbirliği yapmak istiyordum... Nazik ve sabırlı birisinin ruh halini, müziğini ve sesini, hiçbir kuşku duymadan kendiminkiyle iç içe geçirebilirim...
Dünyanın birçok yerine konserler vermek için seyahat ediyorsunuz. En sevdiğiniz yerler neresi ve neden?
Seçmek istemiyorum... Evimde o kadar çok yerden, o kadar sıra dışı hediyelik eşyam var ki! Bunlar, farklı nedenlerle değerli hatıralar haline gelmiş... Belki de bu konuda bir kitap yazmalıyım...
Yoğun programınızın arasında özel hayatınıza yer kalıyor mu? Özel hayatınızı pek bilmiyoruz; evli misiniz, çocuklarınız var mı?
Bekar ve çocuksuzum... Hiçbir bağlılığım yok, bir kuş kadar özgürüm. Belki de hayatımın bu döneminde bu konu hakkında ciddi bir şekilde düşünme zamanım gelmiştir. Belki... Bilmiyorum. Bakalım (gülüyor)...
Geldiğiniz noktadan memnun musunuz? Hayalleriniz neler?
Yoluma ve vokal tekniklerimi geliştirmeye devam ediyorum. Özellikle operada yeni sesler, stiller ve müzikal aranjmanlar kadar, fotoğraf, resim, oyunculuk gibi yeni ifade yollarını keşfetmek ve geliştirmek istiyorum. Ve 15. veya 16. yüzyıldan kalma eski bir eve yerleşmek istiyorum. Birkaç hektarlık tarlalar ve yaşlı ağaçların bulunduğu ormanlarla çevrili olmalı. Böyle bir yere yerleşmeyi ciddi olarak düşünüyorum. Civciv ve tavuk yetiştirirdim, belki de alpaka...