Dünyaca ünlü Sofra ve Özer restoranlarının sahibi, başarılı Türk girişimci Hüseyin Özer bu haftamızın konuğu oldu. Avrupa'nın en ünlü restoranının bir şubesini İstanbul Karaköy'e de açan Hüseyin Özer, Tokat'ta başlayan, Londra'ya uzanan hayat serüvenini, lüks restoran markası yaratmanın sırlarını Şamdan Plus'la paylaştı...
Bize kendinizden bahseder misiniz? Bugün bu noktaya nasıl geldiniz?
Hüseyin Özer: Tokat'ın Reşadiye ilçesine bağlı bir köyde doğdum. Annem ve babam ben çocukken ayrıldı. Babam beni evlatlıktan reddettiğinde henüz 7 yaşındaydım. Bir süre dedemin yanında kaldım. Her çocuk gibi benim de hayallerim vardı. Okumak istiyordum ama imkan yoktu. Yazı yazmayı taşa ve duvara, kara değnekle yazarak öğrendim. Uzun süre çobanlık yaptım. Annem Ankara'ya gönderdi. Küçüktüm, param ve kalacak yerim yoktu. Ankara'ya gelmemle birlikte hayat mücadelem başlamış ve yaşamım değişmişti. Ulus Meydanı'nda çakmaklara benzin doldurarak para kazandım. Kalmak için bir kömürlük kiraladım. Herkes 'büyük adam' olmak isterken, ben 'iyi bir adam' olmayı kafama koymuştum. Kitaplar alıp okumaya başladım. Okumayı sökünce İngilizce öğrenmeye karar verdim. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e beni okutması için mektup yazdım ama cevap gelmedi.
Bu zorlu şartlara rağmen Ankara'dan Londra'ya kadar uzanmayı başardınız... Bu nasıl oldu?
Özer: Bir süre sonra yerleştiğim İstanbul'da İngilizce hocasından özel ders aldım. Vatani görevimi tamamladıktan sonra da Londra'ya gittim. Otobüsle günlerce süren bir yolculuğun sonunda Londra'ya vardım. İlk işim bir İngilizce kursuna yazılmak oldu. Aynı zamanda bir dönercide çalışmaya başladım ve yıllar sonra o dükkanı alıp lüks bir restorana dönüştürdüm.
Bir dönerci dükkanından nasıl dünyaca ünlü bir lüks restoran yarattınız?
Özer: Sağlıklı ve lezzetli yemekler için diyet hocaları tuttum. Farklı Türk yemekleri geliştirdim. 30 yıl iş yapmayan dükkanın kapısında uzun müşteri kuyrukları oluştu. Büyükelçiler ve devlet adamları rahat ve güvenli bir şekilde yemek yiyebilsinler diye dükkan camlarını kurşun geçirmez yaptım. Ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde hem sağlıklı hem ekonomik yemekler yapmak için kafe'leri icat ettim. Yemeklerin fiyatını müşterilerimiz belirliyordu. Ancak sonrasında kafe'leri elden çıkardım.
İşadamı ve işletmeci olarak sadece işinizi iyi yapmakla kalmıyor aynı zamanda eğitimle ilgili faaliyetlerde bulunuyorsunuz. Bize bunları biraz anlatabilir misiniz?
Özer: Kendi eğitimimle ilgili verdiğim bireysel mücadele benim için eğitim konusunu vizyon haline getirdi. Aralarında Türk İngiliz Ticaret Odası'nın da bulunduğu Londra'daki sivil toplum kuruluşlarına yıllarca destek verdim. Daha sonra da 'Hüseyin Özer Eğitim Vakfı'nı kurdum.
Yemek kitabı da yazdınız bildiğimiz kadarıyla...
Özer: Londra'da dünyaya Türk yemeklerini ve Türk misafirperverliğini tanıtmayı ilke edindik. Bu yüzden her yıl 'Michelin Guide' tarafından tavsiye edilen dünyanın ilk ve tek Türk lokantası seçilen restoranlarımızda müşterilerimize Türkiye'yi tanıtan broşürler dağıtıyoruz. Yine bu çizgide 'Sofra Cook Book' adlı İngilizce bir yemek kitabımda modern Türk ve Ortadoğu meze ve yemek tariflerine yer verdim.
Restoran işinde elde ettiğiniz başarının altında yatan nedenler neler? Size göre restorancılık nedir?
Özer: Başarımızın büyük bir bölümünün ardında bugüne kadar verdiğimiz eğitimlerin payı var. Restoranlarımızda; giyim, kuşam, yemek yeme sanatı, müşteri geri getirme sanatı, insan ilişkileri, şarap içimi, şaraptan anlama, sağlıklı yaşam, diyet, kendine iyi bakma, güzel konuşma sanatı, vücut dili, organizasyon yapma, dengeli yemek yeme, hijyen kuralları, marketi görme, strateji yapma, eleman yetiştirme; lokanta nasıl dolu tutulur ve bunları yaparken nasıl mutlu olursun gibi konularda eğitimler veriyoruz. En az 20 milyoner yetiştirdik. Bizde çalışan ve Türkiye'ye dönen birçok kişi Büyük Millet Meclisi gibi önemli mertebelerde çalışıyor. Birçok öğretim görevlisi, bankacı, vali ve kaymakam, büyük firmalarda bugün yönetici olan yüzlerce kişi Sofra'da çalışmıştır. Bu durum Middlesex Üniversitesi'nin gözünden kaçmadı ve Özer Akademi ile birlikte İş Temelli Eğitim programı başlattı. Programa katılanlar hem meslek ediniyor, hem maaş alıyor. Biz üniversitede ders vermiyoruz. Biz üniversitenin bir şubesiyiz. Bu dünyada bir ilk.