Röportaj: Nazan ORTAÇ
Fotoğraflar: Serkan ELDELEKLİOĞLU
Gazeteci Ahenk Göklü, ilk romanı 'Şanslı Kızlar' ile karşımızda... Cinius Yayınları'ndan çıkan kitabında, kalp ağrısını anımsatan bir aşk hikayesini anlatan Göklü, araya, ustaca işlenmiş gezi ayrıntıları da sıkıştırmış. Capri'yi ve Amalfi sahillerini o kadar güzel anlatmış ki, okurken kendinizi Tiren Denizi'nin koynunda hissediyorsunuz. Ahenk Göklü'ylü buluştuk ve romanını konuştuk...
Roman yazma fikri nasıl doğdu?
Ahenk Göklü: Bende roman yazma isteği yaratan şey, öncelikle okumak oldu. Okumak benim için en değerli eğlence. Kitaplar, insana alternatif bir dünya sunuyor ve bir kitabın dünyasına girdiğim zaman öncelikli beklentim, iyi vakit geçirmek. Okudukça kendi alternatif dünyamı yaratmak nasıl olur diye merak duydum. İçimi hafifletecek, sürükleyici, eğlenceli bir kadın hikayesi hayal ettim. Sonra bu hikayeyi bir gezi romanıyla buluşturmaya karar verip herkesi Capri'ye taşıdım. 10 yılı aşkın bir süre dergilerde çalışmış olmanın, özellikle de seyahat dergiciliği tecrübesinin işimi kolaylaştırdığını söylemeliyim.
'Şanslı Kızlar' aslında bir aşk hikayesi gibi başlıyor ama içine gezi ayrıntıları da ustalıkla eklenmiş. Ve okurken Nazlı'nın gözlerinden görüyorsunuz gezdiği yerleri. Gezi romanı fikri baştan beri arzu ettiğiniz bir şey miydi; yoksa hikaye mi sizi oraya götürdü?
Göklü: Ta en başından beri yazmak istediğim, bir yaz tatili romanıydı. Yine ta en başından beri aklımda Capri vardı. Mekanın her hikayeye özel bir atmosfer ve ruh kattığını düşünüyorum. Capri ve içinde bulunduğu Amalfi bölgesi özel bir coğrafya. Uçurumlu yolları, engin manzaralarıyla, mitolojideki yeriyle, tarihiyle, mutfağıyla, bir tatil bölgesi olarak stiliyle özellikle de Capri. Capri'yi mekan olarak seçmek, hikayenin rengini bambaşka kıldı ve bir yenilik hissi kazandırdı ki arzu ettiğim de bu yenilik hissiydi zaten. Romandaki en önemli karakterlerden biri Capri.
Capri'yi o kadar ayrıntılı anlatıyorsunuz ki merak ettim; kaç kere gittiniz Capri'ye ya da orada yaşadınız mı?
Göklü: Amalfi bölgesinde toplam üç hafta geçirdim. İlkinde bir hafta boyunca yalnızca Capri'de kaldım ve Capri'yi yazma isteği de ilk kez o zaman içimde yeşerdi. Birkaç yıl sonra tekrar gittim. Bu defa Positano'da iki hafta geçirdim. O iki hafta boyunca Amalfi sahillerini gezip keşfederken Capri'ye de defalarca gidip geldim. Tekne Marina Grande'ye yaklaşırken her defasında aynı heyecanı ve hayranlığı duyduğumu hatırlıyorum. Capri beni o kadar etkiledi ki onu tüm güzellikleriyle kavramak istedim ve bunu yapmanın en iyi yolu, Capri'yi yazmaktı.
Kahramanınız Nazlı, büyük ama kısa süreli bir aşk yaşadığı Fuat'ta tutuklu kalıyor. Karşısına yeni bir erkek çıkmadığı için mi onu unutamıyor; yoksa tamamlanmamış, yarım kalmış hissinden mi?
Göklü: Yaşadığımız olayların hayatımıza etkisi, çoğu zaman o olayları hangi koşullar altında yaşadığımızla çok ilgili; özellikle romantik ilişkilerde. Bazen türbülansa kötü koşullarda yakalanıyoruz ve işte o zaman sarsıntı, orantısız ölçüde şiddetli olabiliyor. Nazlı'nın durumu da bir yanıyla böyle. Aksi takdirde üç-dört aylık bir ilişkinin, bunca uzun bir depresyona yol açması mümkün mü? Ama şunu da unutmamak lazım; aşk bir tür sarhoşluksa eğer, aşk acısı da berbat bir tür hangover. İnsanın zihnini bulandıran, mantığını zedeleyen kötü bir karanlık. Ve bu karanlıktan bir an önce çıkmanın en garantili yolu, kendi değerini hatırlamak.
Nazlı'nın en yakın arkadaşı Deniz'le ilişkisi, roman boyunca bir evrim geçiriyor. Nedir onları iki farklı uçlara iten?
Göklü: Deniz'i de, Nazlı'yla olan ilişkisini de zevkle yazdım. Onlar çocukluk arkadaşları. Her ilişki gibi arkadaşlıklar da türlü badireler atlatır. Özellikle eski arkadaşlıkların fırtınalı dönemleri olabiliyor. Nazlı ve Deniz'in arasında da yıllar içinde türlü gerilimler birikmiş. Küçük patlamalarla, bulanık imalar, laf dokundurmalar, küçük düşmanlıklarla usul usul zehirlenen bir ilişki var ortada. Ve bir ilişki bir yerinden zehirlenmeye başladığında iki taraf da temiz kalamıyor. İki insan, her anlamda ve içtenlikle birbirinin iyiliğini istiyor mu? Bence arkadaşlığın ömrünü belirleyen temel şey bu. Nazlı ve Deniz'in ilişkisini sınayan da bu oluyor.
Kitap, iş hayatındaki kadın kıskançlığını da çok güzel anlatıyor. Siz de bunlara maruz kaldınız mı? Sebepleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Göklü: Kıskançlık, yalnızca kadınlara özgü bir nitelik değil. İş hayatında hem hemcinslerine hem başarılı kadınlara kıskançlık duyan erkekler de çok. Türkiye'de dergi sektörü ağırlıklı olarak kadınların omuzlarında ve büyük ölçüde kadınların başarısı. Kadınlar yoğun olarak bir arada çalıştığı için doğal olarak kendi aralarındaki rekabet daha çok göze batıyor olabilir. Her kadını kendine rakip gören, yalnızca kadınlarla rekabet eden kadınlar da var. Ama bunların hiçbiri kadınlara dair bir genellemeyi doğru kılmıyor. Yıllar öncesinden bir toplantıyı hatırlıyorum. Çoğu erkeklerden oluşan kalabalık bir gruptuk. Bir erkek gazeteciden söz açılmıştı. Biz birkaç kadın söz konusu gazeteciyi ne kadar yakışıklı bulduğumuzu söylemiştik. Tatlı tatlı dedikodu yapıyoruz. Birden masaya bir sessizlik çöktü. Erkeklerin suratları asıldı. Sonra baktım; oradaki her erkeğin yakışıklı gazeteci hakkında anlatacağı sevimsiz bir şey varmış meğer! Dikkatimi çekmişti. "Bu erkek milleti ne kadar kıskançmış" diye kendi aramızda gülüştüğümüzü hatırlıyorum.
Ve yemek... Ne kadar iştah açıcı o sofra sahneleri! Sizin yemekle aranız nasıl?
Göklü: Benim için seyahat etmenin en zevkli yanlarından biri yemek. Yoksa seyahatin tadı tuzu yok. Dünyayı duyularımızla kavrıyoruz. Yeni bir yere gittiğimizde yalnızca gördüklerimiz değil; kokular, tatlar, seslerle birlikte fiziksel çevremizi kuşatan her şey bizde iz bırakıyor. Capri'nin zihnimde bir parfümü var mesela; deniz, çiçek ve en çok da limon kokulu bir yaz parfümü. Adanın kokusu, manzaraları, İtalya'ya özgü neşeli sesleri; orada yediğim her yemeğin bir parçası. Çünkü bir yemeği akılda kalıcı kılan lezzeti ile sınırlı değil; nasıl bir ortamda, hangi hislerle yediğiniz de önemli. 'Şanslı Kızlar' bir tatil romanı. Bu yüzden de yemek sahnelerini detaylı biçimde çalışarak, özenle yazdım. Özellikle tatillerde her lokmanın tadına varmalı.