Ayça Furth ''Çalışmak ve üretmek her zaman en büyük güç''

Stellantis Türkiye CCO’su Ayça Furth ile ilham veren iş yaşamından, hayatın her alanında ortaya koyduğu yenilikçi bakış açısına kadar pek çok konuya değindiğimiz özel bir sohbeti paylaştık.

Ayça Furth ''Çalışmak ve üretmek her zaman en büyük güç''

RÖPORTAJ İREM ORHAN
FOTOĞRAF SERHAT HAYRİ
STYLING ECE ŞİŞİK SAYDAM
SAÇ AKIN ÜNAL
MAKYAJ NİHAL DİNÇ
MEKAN İÇİN THE GRAND TARABYA OTEL'E TEŞEKKÜR EDERİZ.

İçinde bulunduğu otomotiv sektöründe yaklaşık 30 yıldır fark yaratan işlere imza atan Ayça Furth, "Otomotiv sektörü benim iyikilerimden" diyor ve bu yolda yürürken ekibinden, kendisiyle birlikte aynı yolda bir fayda uğruna yürüyen herkesten güç aldığını söylüyor. Dünyanın en büyük otomotiv gruplarından Stellantis'in altı bölgesinden biri olan Orta Doğu-Afrika bölgesinde İnsan Kaynakları Yetenek Yönetimi stratejilerinden de sorumlu olan Stellantis Türkiye CCO'su Ayça Furth, her işe aynı profesyonellikle yaklaşıp, başarılı olmayı amaç edinen biri. "Sürekli aklıma yeni fi kirler gelir ve bunlar asla fi kir olarak kalmaz, hemen uygulamaya girer. Sanırım benimle hayat çok konforlu değil, zaman zaman benim için bile böyle" diyor ama bizce başarısının sırrı da tam burada gizli. Ayça Furth ile kariyer yolculuğunu ve güncel sektör değerlendirmelerini konuşmak üzere bir araya geldik.

Ayça Hanım nasılsınız şimdilerde, nasıl gidiyor her şey sizin tarafınızda?
Her şey olması gerektiği gibi diye düşünmüştüm dün, şimdi bu soru karşıma çıkınca hemen bu refl eksle "her şey olması gerektiği gibi" demiş olayım. Biraz telaşlı bir dönem olduğunu söylemem gerek. Bu durumu iş güç telaşından ziyade olan biteni anlamlandırma ve biraz da bir şeyleri kaçırmamak için çok okuma ve çok çalışma hali olarak özetleyebilirim. Ama keyifl i, hızla değişen dünyada bu kişisel çabamı biraz akıntılı bir nehirde rafting yapmaya benzetiyorum. Sürüklenmeden, akışta kalarak dengeyi tutturma çabası gibi.

Yaklaşık 30 yıldır otomotiv sektöründe çalışan bir kadın olarak, bu macera sizin için nasıl başladı, nasıl devam ediyor?
Otomotiv sektörü benim iyikilerimden. Uzun yıllardır işin hep mutfağında olma şansı yakaladım. Belki de yaptığım her işi bir mutfağa ben çevirdim, bilemiyorum. Neredeyse sektörün her dalında iş tecrübesi edindim, pek çok değişim ve dönüşüm projelerinde yer aldım. Ve sektörler üstü düşünmenin beni nasıl bugünlere getirdiğine de şahit oldum. Otomotiv lokomotif bir sektör. Pek çok yan bileşeni de kendiyle değiştiren, dönüştüren. Bence sektörün adrenalini sürekli müşteri talebine göre devinmesi. Sadece ana sanayi değil, yan sanayi olarak da bakıldığında muazzam bir eko sistem yaratıyor sektör. Oysa artık dijital dönüşüm aksında baktığımızda, bu kavramın nasıl daha geniş bir tabana yayıldığını görmek heyecan verici. Bu da sürekli yeni şeyler öğrenmek demek. Öğrenmeyi de öğretmeyi de çok seviyorum. Bu anlamda gençlerin sektöre ilgisini canlı tutmak adına yoğun bir şekilde yeni iş yaşamı, işgücü değişimi ve kurumların yeni dünya ile nasıl uyumlanacağı konusunda kafa yoruyorum. Tecrübe aksının önümüzdeki dönem her sektörde ve elbette otomotivde de çok ama çok önemli olacağına inanıyorum. Sektör içi ama sektör dışı tecrübeleri nasıl derleriz ve aslında her şeyi insan odağında nasıl yorumlarız soruları bence otomotiv sektörünün gelenekçiler ve dönüşümcüler diye ikiye ayrılacağı gerçeğini de gösteriyor.

Stellantis Türkiye için 2022 nasıl geçti? Bu yılı yeterince iyi değerlendirebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Çok provokatif anlamda söylemek gerekirse tempolu ve huzursuz. 2022 yılı kovid sonrası hayatımıza gelen kavramların biraz daha yere indiği gerçek uygulamalarla anlam kazandı. Stellantis Grubu'nun data ile yönetilen bir teknoloji şirketi olma manifestosu ve onu takip eden start up iş yapış kültürü liderliğini yaptığım tüm fonksiyonlara bir perspektif oldu. Bol öğrenmeli bir yıl oldu bu anlamda. Bu tür manifestoların sadece sözde kalmayıp yaşamın ve iş yapışın içine doğal entegrasyonu elbette ajandalarımızın üst sırasında. Çünkü her iki kavram da sadece iş yapış adına değil, çalışan profili, müşteri beklentisi ve iş iklimi adına da ciddi taahhütler içeriyor. Bu bağlamda oldukça zihin açıcı işler yaptığımızı söylemem lazım. Çalışanın bu kavramları anlaması, anlamanın ötesinde bir kurum taahhüttü olarak çalışırken hissetmesi adına bilimsel bir çalışma yaptık. Konunun uzmanları ile iklim tasarımı ve ilk 'bildiğini unutmak' pratiklerini tasarladık. Müşteri odaklılık bizim için hep önemli bir kavramken, müşteri etrafında kurgulanan yepyeni bir iş yapış kültürünü konuştuk yıl boyunca. Her şeyi bitirdik ve hallettik demek sanırım ciddi bir yanılgı olur ama çalışan, iş paydaşı, müşteri anlamında insanı merkeze koyan ve değerli kılan bambaşka bir perspektif kattık bu yıl iş iklimimize. Bu sadece sözde kalan değil, ticarete girdi sağlayan fonksiyonlarda da gerçek pratiklerle iş yapış kültürünün bir parçası olmaya çoktan başladı. Sanırım işi lezzetli ve doyumsuz yapan da bu gerçek olma hali.

Peki, yakın ya da uzak vadeli olarak otomotiv sektörünün geleceğini, dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Metanın değiştiği ve sürdürülebilirlik gibi bir bakış açısıyla, yeni dünyanın öncelikleri değişmiş müşteri ve çalışanı etrafında gelenekçilikten kurtulup yeni, geçirgen ve daha esnek yepyeni bir sektör doğuyor. Ürünün elbette hep önemli olmaya devam edeceği ama ürün tanımının hizmet beklentisi ile harmanlandığı 'mobilite' kavramı hepimizin hayal gücünü zorlayacak bence önümüzdeki dönem. Nasıl tüm olan biteni içeride çalışanımız ile 'unutmak' ve 'yeniden öğrenmek' şeklinde dizayn ediyorsak, artık tüketicinin de yeni sektörel yaklaşımlarla uyumlanması gerekecek. Sahiplik kavramının özgürlük ve mobil olma özgürlüğü ile birleştiği yeni sektör kapıda. Elbette elektrifikasyonla eş zamanlı, mikro mobilite çözümleri, paylaşımlı mobilete çözümleri, metaya değil ama hizmet ve çözüme odaklanılan, IoT, Meta, Ai gibi aslında çok moda pek çok kavramla şekillenmiş yeni müşteri deneyimleri tasarlanıyor. Sadece sektör değil, sektöre hizmet eden her sektör de müşterinin artık 'özelleştirilmiş tecrübe, hız, hizmet" beklentisi aksında şekil alıyor. Bir kargo kuryesinin müşteri 'kontak noktası' olarak hayatımıza girdiği yeni dünyada daha gidecek ne kadar uzun yolumuz olduğunu sanırım fark etmemek imkansız.

Diğer yandan pek çok sektör ve pek çok şirkette olduğu gibi, sizin taraftan da çok fazla dijital dönüşüm haberi alıyoruz. Biraz bahsetmek ister misiniz?
Elbette, dijital dönüşüm sözünü duyunca bir durup yutkunuyorum. Pek çok yöneticinin kavram peşinde ama kavramdan uzak baktığı dijital dönüşümün hazır yazılım almaktan başka bir şey olduğunu anlamamız da anlatmamız da oldukça zaman alacak görüşündeyim. Az önce söylediğim gibi, merkezde insanı tutarak oluşacak yeni dinleme, duyduğuna göre hizalanma esnekliği ve derinliğine giden yolda muazzam bir kavram dijitalleşme. Dijitalleşme kavramının 'data stratejisi' ile direkt ilgilisi olduğu bir gerçek artık. Dinlemek her zaman insanoğlunun en büyük gelişim alanıydı, öyle olmaya da devam ediyor. Dinlemenin kişisel gelişim ve dolaylı olarak farklı ve daha geniş perspektiften hayata bakmakla ilgisi olduğu artık üzerine tartışılmayan bir gerçek. Peki bir sektörseniz, bir ticari kurumsanız ve insan odaklı bir bakış açısıyla dijitalleşmenin sizdeki yansıması ne olabilir? Bir kurum nasıl dinler? Bir kurum datasıyla dinler. O yüzden de data ile yönetilen bir teknoloji bakış açısını kendimize Stellantis Türkiye olarak manifesto olarak alıyoruz. Klasik milyon dolarlar verilerek, sırf dijitalleşiyoruz halüsinasyonuyla şirketleri kapana sıkıştıran gelenekçi iş yapış artık bitti. Açık veri tabanı, okunabilir veri, üzerine strateji oluşturulabilir veri artık herkesin ajandasında. Bu bağlamda biz de teknolojiyi katma değerli bakış açısı ile çoklamayı seven bir kurumuz. Müşteriyi ve onun değişen ihtiyaçlarını anlamak ve müşteriyi merkeze alarak şekil almak için yapmamız geren tek şeyi yapıyoruz. Dinliyoruz. Dijital dinliyoruz. İnsan zihniyle anlamlandırılamayacak çok veri üretiyor tüm şirketler, işte tam da bu noktada yapay zeka ve müşteriyi tekil persona olarak tanıyan sistemler artık hayatımızda.
Biz de çatısı altında Peugeot, Citroën, Opel ve DS gibi önemli markaları temsil eden Stellantis Türkiye olarak müşterimiz ile iletişim içinde olduğumuz tüm sistemleri entegre ederek tek bir platformda topladık. Türkiye'nin bu anlamda tek kişiselleşmiş CRM platformuna sahibiz diyebilirim. Bu platform üzerinde kurulumunu tamamlamak üzere olduğumuz tam entegre bir bulut santral ile ses datasını da artık bir data olarak anlamlandırabiliyoruz.
Müşterimiz ile tüm iletişim, geri bildirim bu CDP platform üzerinde anlamlanıp, yine tam entegre yapay zeka yazılımına akıyor ve dakikalar içinde milyonlarca datayı müşterimizin bize ne dediği aksında okuyabiliyoruz. Duyduklarımıza göre tekrar hizalanıyoruz. Dijital kültür, bizim çevik iş yapışımız bu anlamda. Çok hızlı direksiyonu kırıyoruz müşteri istikametine…

Sizinle ilgili olarak dışarıdan gördüğümüz en dikkat çeken şey hayatınızda en önemli yeri işinizin kapladığı. Çalışıp ürettikçe mutlu olan birisiniz. Her daim böyle miydi, yıllar içinde mi gelişti?
Hep böyleydi… Öğrenmek benim için bir değer. Çalışmak ve üretmek de keza. Kendimi bildiğimden beri ne bulsam okurum. Okuduğum her ne olursa olsun beni çok heyecanlandırıyor. Öğrendiğim yeni bilgiyi hemen zihnim proses eder ve yaşam içinde bir buluşçuluk çıkar sonra ortaya. Çalışmanın ve bilginin her zaman en büyük güç olduğuna inandım. Ne oturduğunuz koltuk ne içinde bulunduğunuz sistem… Tek güç öğrenmeyi kendine değer edinmiş saygın, değerlerinin farkında ve en önemlisi gerçek bir birey olmak. Gerisi gerçekten umurumda değil. Her ne kadar hayatımda en önemli şey 'iş' gibi dursa da aslında bu gerçek değil korkarım. Çünkü öğrenme, deneme ve yeniyi bulma telaşı özel hayatımda da beni heyecanlandırıyor. Çünkü sadece iş için öğrenmek diye bir şey yok yaşamda. Her duyduğunuz yeni cümle sizi hayatta her aksta büyütüyor. Büyütmek dediğim kavramsa aslında sadeleşmek, yalın gürültüsüz, telaşsız olmak. Kendini fark etmek…

Peki, iş hayatınızda size başarıyı getiren hususlar nelerdi? Yani siz başarıya giden yolda neleri farklı yaptınız?
Bu soruyu belki iki sene önce sorsaydınız daha karmaşık anlatırdım. Şimdi ise çok basit bir cevabı var, kısaca sıralamak gerekirse; kimsenin ya da hiçbir sistemin adamı olmadım. Kendim olmakla ilgili savaşlara girmekten hiç kaçınmadım. Doğru bildiğim ve insanın faydasına olan hiçbir başlıkta alkış almak için küçük hesaplar yapmadım, taviz vermedim. Gerçek olmaya çalıştım hep. Bunun için de etrafımı manipüle etmeye ya da oyunlar yapmaya hiç kalkışmadım. Tek derdim hep kendimle ve kendimi tanımakla. Hep bir değerin parçası olmaya çalıştım. Değdiğim insanlara ve hayatlara yumuşacık dokunmaya çalıştım. Birinin gönlü kırıldığında kendim gibi bildim. Çıktığım uzun koçluk yolculuğunda yaşamın olmakla yapma arasındaki o muazzam dengesini keşfettim. Zihin ve kalbin o muhteşem uyumu. Başarılı mıyım? Bilmem… Bunu hiç düşünmedim işin aslı. Ama kendimle, sevdiklerimle ve yaptıklarımla iyi hissediyorum. İyi hissetmediğim her yerden çantamı alıp gidecek kadar da güvenli ve cesur…

Ciddi kararlar alıp karmaşık süreçler yönetiyorsunuz. Tüm bunları yaparken siz nelerden güç alıyorsunuz?
Kendime dönüp bakıyorum hep. Ekibime, benimle birlikte aynı yolda bir fayda uğruna yürüyen herkesten güç alıyorum. İnanın geriye dönüşü olmayacak kadar ciddi işler yapan mühim kişiler değiliz. Olduğunuz yeri ve yaptığınız şeyi fark etmek yeterli.

Başarı kriterleri de herkese göre değişir ama size göre başarının tanımı nedir?
Başarı zor bir kavram. Çok da üzerine konuşulan, herkesin doğrusunda farklı olan bir kavram. Benim için başarılı olmanın iki kriteri var. Mutlu muyum, kalbim hafi f mi? Hayatımın her aksında bu iki sorunun cevabı benim kriterim. İşte bunları sağlayıp, kendi özel hayatınızı kuramadıysanız bu başarısızlık bana göre, keza tersi de. Yaşamda var olduğumuz her alanda bu iki soru denkse, daha ne istenir ki… Bu ikisi varsa belli ki değerlerimle uyumlu, toplumun ve bireyin faydasına, temiz/beyaz tecrübeler yaşamış ve yaşatmışım, değer yaratmışım. İnsan olma halimi onurlandırmışım. Zaten bunun için yaşamıyor muyuz?

Ayça Hanım, başarılı bir iş kadını olarak siz, kariyerinizin ilk yıllarından başlayıp bugüne baktığınız zaman nasıl değerlendiriyorsunuz kendinizdeki değişimi?
Büyümüş hissediyorum. Elbette yıllar ve tecrübeler içinde kişi kendini ve sınırlarını da keşfediyor. Bu anlamda büyümüş hissediyorum. Büyüdüğümüz kültür yaşam içinde bize hep roller biçer ve yapmamız gerekenlerin listesini de en sevdiğimiz kişi elinden bize ulaştırır… Elbette iş hayatının ilk yıllarında konunun hep işle ve o meşhur 'yapmak' haliyle ilgili olduğunu düşünürdüm. Şimdi bakıyorum da kim bilir ne kadar lezzetli şeyi ıskaladım o yıllarda. Şimdi ise daha hayatın içinde, elbette değer yaratarak ama daha az mekanik bir bakış açım var. Gerçekten görmek için bakmayı ve duymak için dinlemeyi öğrendim bunca yıl içinde. Daha az yargılıyor olabilirim ya da buna çabalıyorum diyeyim.

Konu iş olunca vazgeçemediğiniz prensipleriniz neler?
Çalışmak… Tembel insanları sevemiyorum. İş hayatımın ilk gününden bugüne yaptığım şeye hep çok saygı duydum. Yaparken eğlenmek gibi bir ajandam var, dolayısıyla bana diretilen kalıplaşmış iş yapış halini hiç sevmedim. Dolayısıyla eğlenebilmek için, elbette rasyoneli kaçırmadan, yaptığım işe kendimden bir şeyler katmayı seviyorum. O buluşçu halim işe de bana da iyi geliyor. Bunu baskılayan kişi ve sistemlerden hoşlanmıyorum, mümkünse de uzak duruyorum. Sonuç… Sonuca gitmeyen işleri sevmiyorum. Bir işi yapmaya karar verdiysem, öncelikle mutlaka sonucunda nereye ve ne sürede varmak istediğim hep zihnimde çok net. Stratejik planlama yapmayı çok seviyorum, bu her ne için olursa olsun. Çok iyi bir oyun kurucuyum, kısa, orta dönem ve uzun dönem için iş yapış stratejim hep çok nettir. Yarına skor yapan işlerden, kişilerden ve sistemlerde hoşlanmıyorum, bana çok egolu ve dopamin bağımlı geliyor… Ben uzun mesafe koşucusuyum.

Şans sizin hayatınızda nerede? Yaptığınız işlerde şans hep sizden yana mıydı, arada başarısızlıklarınız da oldu mu?
Ben dünyanın en şanslı insanıyım bence. Şansa çok inanıyorum… Öyle kendi şansımı kendim yarattım filan diye bir klişe söz etmeyeceğim… Şans hep benden yana oldu. Bu yaşam altın tepside bana bir şeyler sundu anlamında bir şans değil elbette. Çok çalıştım, sahip olduğum her şey, beni ben yapan her şey çok emek verilerek kazanılmış. Şansım hep iyi insanlardan yana oldu. Hayatımda bana ışık olan, tökezlediğimde güvenle elini tuttuğum, bana inanan bir sürü muhteşem insan oldu. Hepsine gönülden müteşekkirim. Bana başkalarına el uzatacak kadar cömert olmayı onlar öğretti. Elbette çok tökezledim, hata yaptım… Ama iyi ki diyorum tüm hatalarıma. Öyle olan bitenle çok itişmiyorum sanırım, ayağa kalktım, üstümü başımı çırpıp yola hep devam ettim. Hayat bana başka önemli bir şansı istediklerimi kendi mücadelemle gerçekleştirme konusunda verdi diye düşünüyorum. Dolayısıyla kendi yaptığım hiçbir şeyi kaybetmekten korkmamak da bir şans. Yarın daha iyisini yapabilirim hali ve cesareti...

Kariyerinizle ilgili aldığınız en önemli öğüt neydi?
Kariyerle ilgili diyemem ama küçük yaşlarımda bir arkadaşımın bana söylediği bir söz hep pusulam oldu. Çocuk aklı hiç anlamama rağmen futbol takımı tutuyorduk işte… O yıl da benim tuttuğum takım için kötü bir yıldı. Ben de artık kazanan tarafta olmayı hak ettiğime çok inanmıştım… Hemen arkadaşıma birlikte takım değiştirmeyi önerdim. O bana öyle bir şey söyledi ki, inandıklarımdan hiç vazgeçmemeye o gün karar verdim… "Her kaybettiğinde karşı tarafa geçip, inandığın takımı bırakamazsın", sanırım tam olarak buna benzer bir şeydi… Değerlerimi ve evrensel kabul doğruları hiç tartışmaya açmadım, açılmasına da izin vermedim.

Kendinizi tanıtırken, hakkınızda söyleyebileceğiniz en marjinal şey ne olur?
Zor bir soru… Huzursuz bir insanım sanırım bunu söylerim. Sürekli aklıma yeni fikirler gelir ve bunlar asla fikir olarak kalmaz, hemen uygulamaya girer… Sanırım benimle bir hayat çok konforlu değil, zaman zaman benim için bile böyle…

Yeni biriyle tanıştığınızda ilk neye dikkat edersiniz?
Mesleki deformasyonum var. İnsan mühendisliği bahsine o kadar uzun zamandır bilimsel olarak da mesai harcıyorum ki… Artık benim için bu sorunun cevabı kesinlikle klasik değil. Bu kadar uzun dönem insan malzemesine kafa yorup ona dair bakış açıları geliştirdiğinizde, bilimselliğin yanı sıra sensörleriniz de gelişiyor. Satır aralarını okumak, altta yatan ikinci ajandaları görmek ne derken ne deniyor kısmını sezmek gibi… Bu çok da mutlu olduğum bir şey değil ama maalesef böyle. Dolayısıyla çok hızlı bir şekilde 'tutarlılık' kontrolü yapıyor zihnim. Bunu önemsiyorum. Öte yandan gerçekten gülümseyen insanları ayrı seviyorum.

İş temponuzda dinlenmek ve yeniden enerji kazanmak için neler yaparsınız?
Yorulmuyor olabilirim, klasik anlamda… Zihnimi tazelemek için ailemle ve sevdiğim, birlikte vakit geçirmekten hoşlandığım insanlarla oluyorum. Onlara da benim insanlarım diyorum hatta. Uzun doğa yürüyüşleri de zihnimi boşaltmak için çok iyi gelir. Dışadönük bir yapım var, sessizlikten ziyade konuşurken düşünenlerdenim, dolayısıyla kafamda olan biteni paylaşacağım dostlarım olsun isterim etrafımda. Kitap okuyorum ama öğrenmek için okumadığım zamanlarda sürreal şiir ve roman seviyorum. Yazarın o oyuncu zihnini, gerçekten kopuşun bu kadar edebi hale gelişini çok buluşçu buluyorum. Biraz da ileride belki ben de denerim telaşıyla, biraz da anlamak için okuyorum.

Peki, ilgili olduğunuz, keyifle yaptığınız hobileriniz var mı? Boş vakitlerinizi nasıl doldurursunuz?
Çok düzenli yapıyorum dediğim bir hobim sanırım yok… Belki de bunun sebebi hiperaktivitem itibariyle çok boş zamanım olmamasından kaynaklanıyor.

Seyahat etmeyi sever misiniz? Bulunmaktan en keyif aldığınız yerler nereler?
Bayılırım… Her yere gitmek gibi bir planım vardır hep. Bir şey okurum ya da duyarım, hemen not ederim orayı ve ne zaman gidebilirim neler yaparım. Çok muhtemel hayal ettiğim kadar gidemiyorum ama yaşamımım bir anında buna kaliteli vakit ayırmak hep hayalim. Şimdi tek bir yer bulmakta zorlandı zihnim… Ama yurtiçinde sanırım en sık gittiğim destinasyon Antalya olduğuna göre, orada bana iyi gelen bir şeyler olsa gerek diye düşündüm soru üzerine… Şehrin başka bir enerjisi olduğunu ve bunun bana huzur verdiğini düşünüyorum. Yavaşlayabildiğim nadir lokasyonlardan biri Antalya. Yurtdışında ise hiç düşünmeden ikinci evim ve yılın belli bir kısmını geçirdiğim Fransa'da Colmar. Birgün emekli olursam burada yaşamalıyım diye ise son seyahatim sonrası, rasyoneli olmadan sadece kalbimle düşündüğüm yer ise Güney Afrika, kim bilir belki olur…

Yıllardır değişmeyen güçlü bir stiliniz var. Stil sahibi olmanın en önemli kuralı nedir?
Stil sahibi olmak mıdır bunun tanımı bilemiyorum. Ama kendimle iyi geçinmek stratejik olarak tuttuğum bir ajanda. Kendime iyi davranmak. Nasıl göründüğümü önemsiyorum. Renklerle aram çok iyi. Kullandığım her renk aslında o günün ruh halini de belirliyor. Cesur kullanıyorum giydiğim her parçayı ve rengi. Aman şimdi iş kadını ne derler fi lan diye bir şey gerçekten umurumda değil. Bunu da yaşamın kapanlarından biri gibi gördüğüm için, cesurca buna karşı durmayı seviyorum. Çünkü yaptığınız iş, ne giydiğiniz, nerede göründüğünüzde tanımlı ya yaşamın çok bilenlerinin zihninde, işte benim için birey olarak rollerimden bağımsız kendim olma halim bu. Hele de iş hayatında kadın birey olmaktan vazgeçmeden var olmak ayağı yere sağlam basmayı, sert rüzgarlarda savrulmamayı da gerektiriyor maalesef.

Modayı ve trendleri takip edip, yaptığınız işte isabetli stil seçimleri yapmanın önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hiç ilgilenmiyorum moda ile. Kendimi iyi hissettiğim gibi olmaya çalışıyorum. Yaptığım işle tarzımın aslında bir ilgisi olduğunu hiç düşünmedim. Ama yaptığım işle nasıl bir meydan okuma varsa ajandamda, işte tam o noktada kendim olmaya dair bir inisiyatif olarak görüyorum giydiğim şeyleri. Marka takıntım yok, anlamıyorum zaten bu takıntıyı da pek. Beni ben yapan o kadar parlak şey varken içimde, varlığımı ortaya koymak için başka bir etikete ihtiyaç duymuyorum sanırım. Çok takıp takıştırmayı da sevmiyorum. Son zamanlarda az tüketmek hem çevre hem yarınlar adına, azla çok olmak gibi bir ruh halim var… Bu da çok sevdiğim ve lezzet aldığım bir hal işin açıkçası. Sanırım bunu büyütmeye çoktan karar verdim…

Güne nasıl başlarsınız? Beslenme programınızın olmazsa olmazları var mı? Çoğumuz iş hayatının stresli dönemlerinde yeme bozukluğu yaşarız, siz de nedir durum?
Öyle kendi kendime hiç uyanmadım sanırım sabahları. Mutlaka bir şey çalar 'kalk borusu.' Çok sabah insanı değilim, uyku benim için çok ama çok önemli. Sanki tamir olduğum bir süreç ve asla taviz vermeyi sevmiyorum bundan. Yataktan çıkana kadar durum karışık, sonrasında ilk iş kahvemi yapmak. Eğer o gün evden çalışacaksam ve bir toplantım yoksa, terasımda kahvemi içip, o günün ajandasını gözden geçiririm. Çikolata ile ilişkim çok özel. Özellikle gün eğer çok yükselir ve zaman zaman beni nefessiz bırakırsa yardımıma mutlaka bir parça çikolata koşar. Ancak onun dışında yeme bozukluğu diyeceğim bir yeme eğilimim olmadı, hatta gün için unuttuğum öğünler bile olabiliyor. Yaşamak için yaşayacak kadar yemeyi de diyetisyenimin verdiği liste ile öğreniyorum… Hala acemi bir öğrenci olsam da…

Şu an gerçekleşeceğini bilseydiniz sosyal fayda amaçlı ilk dileğiniz ne olurdu?
Herkesin umudu olsun isterdim.

Düşündüğünüzde, gelecekle ilgili sizi en çok heyecanlandıran şeyler neler?
Geleceği bilmeme halim… Bu bilmediğim bir şeyi yaşama ihtimali bende her zaman hediye paketi açma ya da bir sürprizle karşılaşmayı çağrıştırıyor. Bayılırım sürprizlere. Her ne gelecekse, onunla uyumlanarak, akışta kalarak yeni tecrübeler yaşamak düşüncesi bile muhteşem…

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.