Röportaj: İrem Orhan
Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu
Mekan için Peninsula Istanbul'a teşekkür ederiz.
Yıllar geçiyor ama yaptığı işe karşı heyecanı hiç dinmiyor Arzu Kaprol’ün. Her yeni proje onu sanki ilk defa bir tasarım çiziyormuş gibi heyecanlandırıyor. Tabii ki deneyimle gelen bir olgunluk oluyor, mesela işlerin daha hızlı ilerlemesi gibi. Ama o ilk kıvılcım, onun içinde yanan yaratıcılık tutkusu hiç sönmüyor. Her yeni koleksiyonun yaratım sürecinde hem heyecan hem de endişe yaşadığını söylüyor deneyimli tasarımcı; ona göre her yeni iş, bir sınav aynı zamanda. Yenilikle kol kola yürümekten çekinmiyor, hal böyle olunca da söyleyecek hep yeni bir sözü oluyor. Bu durumda kendisiyle her yeni buluşmamız da bizde yüksek heyecan uyandırıyor. Arzu Kaprol ile Boğaz’ın en göz alıcı noktalarından birinde serin bir sonbahar gününde bir araya geldik, moda tutkusu, sezon trendleri ve en yeni heyecanları üzerine özel bir moda sohbetini paylaşırken, keyifli bir fotoğraf çekimi de gerçekleştirdik.
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz şu aralar, her şey nasıl gidiyor?
Ruhumun yaratıcı ve yenilikçi yanı daha ön planda bugünlerde. Mesleğimin en değerli yanlarından biri; insana yarattıklarımla ve sözlerimle dokunabilmek. Son dönemde özellikle giyilebilir teknolojiler alanında yaptığım ve ekibinde yer aldığım projeler oldukça ön planda. Bu kapsamda; ilham veren ve yaratıcılığı beslen projelerde yer almanın ve bunları geniş kitlelerle paylaşmanın heyecanını yaşıyorum.
Kariyer yolculuğunuzda sizi tanıdığımız ilk dönemlerden bu yana çok yol kat ettiniz; şimdi geriye dönüp bakınca ilk başladığınız zamanlara ait unutamadığınız bir an var mı?
Benim hayatımın önemli dönüm noktalarından biri Paris Moda Haftası kapsamında yaptığım defi lemde yaşadığım bir “başarısızlık” hikayesiydi. Paris Moda Haftası bir federasyon tarafından yapılıyor ve resmi takvimde yer almanız için bu federasyonun sizi davet etmesi gerekiyor. Paris Moda Haftası’na ilk davet edildiğimde, bana kapanış gününde Louis Vuitton ve Miu Miu’nun arasındaki bir saat dilimi verilmişti. Şov çok keyifl iydi, sonrasında federasyon başkanı geldi, tebrik etti. Sabah kalktığımda ise basında neler çıktığına baktım. Associated Press’in Paris Moda Haftası’nı takip eden bir editörü var. Her gün için ayrı bir rapor yazıyor. Benimle ilgili olan kısımda şöyle yazıyordu: “Türklerin gurur duyduğu genç tasarımcı Arzu Kaprol’un Paris başlangıcı bir tür doğal felaketti. Aksesuarların üzerindeki parmak izleri görülmeyecek gibi değildi. Ve bu söylediğim, size minör bir hata gibi gelse de, büyükler liginde defile yapıyorsanız bu tür ‘minör’ hatalara dikkat edeceksiniz.” Çok ciddi bir depresyona girdim. Bir tarafınız, nasıl bu kadar özensiz davranırım diye düşünüyor, diğer tarafınız ama tek bir kıyafetten bile bahsetmiyor diyor. Kendinizi acayip haksızlığa uğramış hissediyorsunuz; ama haksızlığa malzeme vermiş olmayı da kabullenmeniz lazım. Elime iki ay kalem alamadım. Karanlık bir dönemdi. Sonra bir sabah uyandım, ofise gittim ve parmak izimi taratarak bu deseni yaptık. Bir sonraki koleksiyonu da bunun üzerine kurduk. Paris Moda Haftası’nda yine aynı saat aralığında defi le yapıyordum. Aynı editör gelmişti. Ertesi gün haberi açtığımda başlık şöyleydi: “The bad, the good, the ugly.” Kendi kendime dedim ki; Allah’ım ben acaba hangisiyim. Yazıda benimle ilgili olarak şöyle diyordu; “Arzu Kaprol hatalarını yaratıcılığa çevirebilen bir tasarımcı ve sanıyorum ki, bu yüzden onu uzun zaman görmeye devam edeceğiz.” O günden sonra bu parmak izini, bana bir şeyleri hatırlatması için tasarımlarımın içine kullanıyorum.
Epey yüksek tempolu bir iş yaşamınız olduğunu biliyoruz, biten projeler, yeni başlayanlar ardı ardına temposu hiç düşmeyen bir iş hayatı. Tüm bunlar arasında her başladığınız iş, her yeni proje bu kadar yıl sonra nasıl hissettiriyor?
Yıllar geçiyor, ama heyecan hiç dinmiyor! Her yeni proje, sanki ilk defa bir tasarım çiziyormuş gibi beni heyecanlandırıyor. Tabii ki deneyimle gelen bir olgunluk var, işlerin daha hızlı ilerlemesi gibi. Ama o ilk kıvılcım, o yaratıcılık tutkusu hiç sönmüyor. Her yeni koleksiyon yaratım sürecinde hem heyecan hem de endişe yaşıyorum. Çünkü her yeni iş, bir sınav aynı zamanda. Kendimi aşmak, daha iyisini yapmak istiyorum. Moda dünyası çok hızlı değişiyor. Bu değişimin içinde ayakta kalmak için sürekli öğrenmek ve yenilenmek gerekiyor. Bu da benim için hem bir zorluk hem de bir keyif kaynağı. Çünkü öğrenmek, hayat boyu süren bir yolculuk.
İşinizi aşkla yaptığınız her halinizden belli ama yine de sormak istiyoruz; bu ışıltılı dünya size kazandırdığı kadar özverili davranmanızı da bekliyordur öyle değil mi?
Minnet duyduğum ve şükrettiğim bir işim var, bu doğru. Moda benim için sadece bir meslek değil, aynı zamanda kendini ifade etme biçimim. Elbette hayattaki tüm dengeler gibi size kattıkları ve sizden aldıkları oluyor mesleğinizin de. Ben genel olarak kıyafet tasarımını zaman içerisinde farklı bir noktada görüyorum. Bizlerin bu yaşamdaki varoluşu biricik ruhları ve bu ruhları taşıyan biricik bedenlerimiz. Bu bedenler bizim bu hayattaki yegane varoluşumuz ve bununla hareket eden tek şey bu üzerine geçirdiğimiz kıyafetler. Bu yüzden bedeninizi neyle sardığınızı, hangi kaynaktan geldiğini, hangi ham maddeden üretildiğini, onu üreten ve hazırlayan sistemin, insanların, coğrafi koşulların ne olduğunu, onun ne kadar süreyle iyi durumda ve kullanılabilir olacağını, ürün ömrü bittikten sonra ne olacağını çok önemsiyorum. Yani tasarıma bakış açım, bunun bütün bir sistem içerisinde döngüsel olarak nasıl tasarlandığını içinde barındırıyor.
İş hayatına başladığınızdan beri hep aynı mıydınız peki; çalışkan, üretken, sorumluluğundan fazlasını üstlenen…
Her insan gibi ben de zaman içinde değiştim, değişiyorum. Karakterimin temelinde olan özelliklerim her daim kalmaya devam etti. Meraklı olmam, yeni şeyler öğrenmeye açık olmam ve mükemmeliyetçi olmam ilk günlerden beri kendimde sıkı sıkıya bağlı olduğum özelliklerimden. Ama yıllar içinde çok daha fazla anı yaşamayı, şükretmeyi öğrendim.
İş arkadaşlarınızı seçerken dikkat ettiğiniz noktalar neler? Genellikle kendiniz gibi insanlarla mı aynı yolda yürümeyi seversiniz?
İş hayatına başladığım yıllarda, daha çok kendime benzeyen insanlarla çalışmayı tercih ederdim. Belki de o dönemde kendimi daha güvende hissettiğim içindir. Ancak zamanla anladım ki, farklılıklar bir ekibin en büyük zenginliği. Şimdi ekip kurarken, öncelikle kişinin işine olan tutkusunu ve yetkinliklerini göz önünde bulunduruyorum. Tabii ki, ortak değerlere sahip olmak da önemli. Ancak, benden farklı bakış açılarına sahip, yaratıcı ve yenilikçi insanlarla çalışmayı daha çok seviyorum. Çünkü farklı düşünceler, daha iyi çözümlere ulaşmamızı sağlıyor. Birlikte çalışacağım insanların, ekip çalışmasına yatkın, dürüst ve güvenilir olması benim için çok önemli. Ayrıca, sürekli öğrenmeye açık, gelişime önem veren ve pozitif enerjisiyle çevresini etkileyen insanlarla çalışmak, beni motive ediyor.
Stilinizin sizi siz yapan özelliği nedir?
Stilimin yansıması, koleksiyonlarımda da görünüyor aslında. Stil, bir yaşam biçimidir kanımca. Kişinin iç dünyasının, hayata bakış açısının, kültürel kökenlerinin bir dışavurumu. Benim stil anlayışım, kökleri Anadolu’ya dayanan, modern çizgilerle harmanlanmış, özgün ve zamansız bir yaklaşımı benimsiyor ana hattıyla. Her bir tasarımım, bir duyguyu, bir anı veya bir kültürel referansı yansıtır. Giyen kadının kendisini özel hissetmesini, özgürce hareket etmesini ve hayata karşı daha pozitif bir tutum sergilemesini hedeflerim.
Bir tasarımda özgünlük mü daha önemli yoksa kullanılabilirlik mi? Ne dersiniz, siz genelde tercihinizi hangisinden yana kullanıyorsunuz?
Tasarım dünyasının en temel ikilemlerinden biri olan özgünlük ve kullanılabilirlik arasındaki denge, her tasarımcının, her koleksiyonda karşılaştığı bir soru. Bir tasarımın benzersiz olması, akılda kalıcı olması ve dikkat çekmesi için oldukça önemli. Özgün tasarımlar, markaların kendilerini farklılaştırma ve tüketicilerin zihninde yer etmesini sağlamada büyük rol oynuyor. Bir tasarımın amacına uygun olması, kullanımı kolay olması ve kullanıcı deneyimini olumlu yönde etkilemesi ise kullanılabilirliğin temelini oluşturur. Kullanılabilir bir tasarım, kullanıcıların ürünü veya hizmeti kolayca anlamasını ve kullanmasını sağlar. Benim tasarımlarımın ana ilkesi ise “giyenin kendini iyi hissetmesi”.
Okuyucularımıza tamamen kendilerine ait bir stil yaratmak ve onu geliştirmek konusunda verebileceğiniz tüyolar olur mu?
Kendi stilinizi yaratmak ve geliştirmek için öncelikle kendinizi tanımanız önemli. Hangi renkler, dokular ve stilleri tercih ediyorsunuz. Gardıroplarda sevilen parçaları belirlemek iyi bir başlangıç olabilir. Trendler elbette ilham veriyor ancak kendi tercihlerimiz trendlerin her daim önünde olmalı. Kaliteli ve zamansız parçalara yatırım yaparak uzun vadede sizinle anıların parçası olacak parçaları gardıroplara eklemek en doğrusu.
Ayrıca mesela ayakkabı, çanta ya da bir küçük elbise fark etmez, size göre bir tasarımı arzu nesnesi yapan şey nedir?
Bence fiziksel özelliklerinin yanı sıra, karşısındakinde uyandırdığı zihinsel ve ruhsal deneyim bir tasarımı arzu nesnesi yapan.
Röportajın devamını Şamdan Plus'ın yeni sayısında okuyabilirsiniz.