"Annemizin sanatı dünya çapındaydı"

Jean Paul Gaultier’in Ömer Koç’a yaptığı işleme cekette, Japon tasarımcı Yumi Katsura’nın sıra dışı bir gelinliğinde, Eyüp Sultan Camii’nin mimber kapısındaki örtüde, nakış sanatçısı Nahide Küçük’ün eşsiz sanatının izlerini sürebilirsiniz... Vefatının 10.

"Annemizin sanatı dünya çapındaydı"

Röportaj: NAZAN ORTAÇ nazan.ortac@sabah.com.tr
Fotoğraflar: CANER ÖZKAN

2007 yılında kaybettiğimiz geleneksel Türk elişi nakış sanatçısı Nahide Küçük'ün eserleri, ressam Şahin Paksoy'un küratörlüğünde '10. Yıl Anısına Nahide Küçük'e Saygı' adını taşıyan bir sergiyle korunduğu sandıklardan gün ışığına çıkıyor. Kızları Gülden Küçük Çelebi ve Zeynep Küçük Willems'in öncülüğünde hazırlanan sergi, Maçka'daki Art212'de Nahide Küçük'ü ve eserlerini sanatseverlerle buluşturacak. Gülden Küçük Çelebi ve Zeynep Küçük Willems ile anneleri Nahide Küçük'ün Nişantaşı'nda yaşadığı ve sanatını ürettiği evde bir araya geldik...

Sergiye gelmeden önce; annenizi merak ediyorum... Nahide Küçük kimdi?

Zeynep Küçük Willems: Annem Nahide Küçük, 1935 senesinde İstanbul'da doğmuş. Niğde eşrafından Üstündağ Ailesi'nin 4. çocuğu. Cibali Kız Ortaokulu'ndan sonra kendi isteğiyle Beyoğlu Olgunlaştırma Enstitüsü'ne giriyor.

Gülden Küçük Çelebi: Orada bütün öğretmenlerinin gözbebeği oluyor. Çünkü çok farklı bir sanat yorumlaması var. Renklendirme konusunda öne çıkıyor. O dönemler, devlet, yurtdışına gidecek bütün hediyeleri Olgunlaştırma Enstitüleri'nde yaptırıyor. Bir sene üzerinde çalışılan işler bunlar. Annem de bunların içinde çalışıyor ve çok dikkat çekiyor. Öğretmenleri onu ön plana çıkartarak, 'masa başı' yapıyorlar. Mesela Kraliçe Elizabeth'e yapılan bir yıldönümü hediyesinde ya da Rıza Pehlevi'nin ikinci eşi Farah Diba'ya yapılan bir hediyede annem bizzat çalışıyor. Annemin birebir çalıştığı öğretmeni Ayşe Ege Hanımefendi, Atatürk'ün "Olgunlaştırma Enstitüleri'ni kurun" diye emir buyurduğu kişilerden bir tanesi. Kendisi -ki o da çok büyük bir sanatçıdır- annemi yakınında tutuyor ve onu asistanı yapıyor. Ayşe Hanım, enstitüden ayrıldıktan sonra da bu işe devam ediyor. Hilton Otel'de bir vitrini vardı. O vitrin çok meşhurdu, herkes bilirdi. Ayşe Hanım yaşlanıp, "Bu işi sana devredeyim Nahide, ancak sen yapabilirsin" dediğinde 1972 yılıydı galiba, annem böylece işi devralıyor. Ayşe Hanım da hep annemle gurur duydu. Hilton Oteli büyüyünce de, bir dükkan verdiler, vitrin olmaktan çıktı.

Swissotel'e geçmesi nasıl oldu?

Çelebi: 1979 yılında bir gün eve Anadolu Japon şirketinden Swissotel'in işletmecileri geldi. Otelin krokisiyle birlikte geldiler ve oraya da bir dükkan açmasını istediler. Annemin zaten var dükkanı, ikincisi onun için külfet... "Sizsiz orayı açmayacağız, mutlaka kabul edin" dediler. Üç dört gelişte zorla ikna ettiler. Ama annem ikisini birden sürdürmek istemedi. Çünkü bizzat kendisi ilgileniyordu işiyle. 1989 yılında Swissotel'e geçti, orada da 10 yıl kadar çalıştı. 2000 yılında hastalığı başlayınca, "Artık ben yoruldum, evde sürdüreceğim" dedi ve Swissotel'deki dükkan kapandı.

Siz de sürdüremediniz değil mi?

Çelebi: Maalesef eve döndükten sonra bir daha hiç iyi olmadı. Biz de işi falan unutup, onun telaşına düştük zaten. 2007 yılında onu kaybettik. Biz iki kardeş, kendi profesyonel hayatlarımız vardı. İlgilenmemiz gereken ailelerimiz vardı. Ama neticede büyürken içine doğduğumuz bu merak bize de geçti. İşleriyle ilgili olarak hep, biz bunu nasıl ileriye götürebiliriz fikri vardı. Bu yıl, vefatının 10. yılı vesilesiyle sergisini yapalım dedik.

Willems: Bu işi hem öğrenerek hem de yaparak büyüdük. Siparişleri alıp, kendimiz yapıp, teslim ettiğimiz oluyordu. Hep gizlerdik kendimizi, daha gençken.

Çelebi: Zeynep özellikle bu konuda çok uzman. Annemin yaratıcılığı ona geçmiş.

Nakış gibi geleneksel el işlerinde 'zanaat' ve 'sanat' arasında ince bir çizgi var. Anneniz, sanatçı olduğunun, yaptıklarının gerçekten eşsiz olduğunun farkında mıydı?

Çelebi: Bence o birinci günden beri farkındaydı. Nahide Küçük böyle doğmuştu. İşleme aşaması, sadece mekaniğidir. Nahide Küçük'ün esas uzmanlığı motif tasarımı ve renklendirme. Çeşitli tarihi mekanları; mesela Ayasofya, Topkapı Sarayı, Mevlana Müzesi'ni gezip, orada gördüğü desenleri stilize edip, yeniden hayat veriyordu. Renklendirme yaparken de, işte orada annemin sanatı devreye giriyor. Kendine güvenen ve emin bir yapısı vardı ki son derece işin farkındaydı ve eşsiz olduğunun bilincindeydi. Annem bir renk dahisiydi. Zaten dünya çapındaydı. Bir gün İsviçreli bir müşteri, "Sen biliyor musun annenin dünya çapında bir colorist olduğunu?" demişti... 'Colorist' çok kilit bir kelime. Renkleri yan yana koyma işi rastgele bir iş değil. İyi bir ressamın renkleriyle anıldığı gibi annem de öyleydi.

Desenleri önce çiziyor muydu?

Willems: Evet, önce kağıt üzerine çiziyordu.

El ustalığının da birinci kalite olması gerekiyor değil mi?

Willems: Evet, birinci kaliteydi. Nakışların tersi ve yüzünü birbirinden ayırt edemezsiniz. O kadar titiz çalışırdı.

Çelebi: Dünya çapındaki modacılar annemin izini sürüp buraya geldiler. Mesela Jean Paul Gaultier... Gaultier, arkadaşı olan ünlü bir işadamına bir jean ceket hediye ediyor, üzerine de kendi isminin yazılı olduğu bir tuğra işletiyor anneme. Japon modacı Yumi Katsura'ya müthiş bir gelinlik işledi. 1992-1994 yılları arasında Alexandre de Paris ile işbirliği yaptı. Çok ünlü, saç aksesuarları yapan bir marka. Onun için annemin işlediği taçları, saç aksesuarları vardı. Ürdün Kraliyet Ailesi, koleksiyonerleri arasında. Katar Hanedanlığı aynı şekilde; belki 5-6 tane pano yaptırmıştır. Seneler sürüyordu yapımları ve annemin öldüğünü duyunca çıldırdılar, "Bütün koleksiyonu almak istiyoruz" dediler!

Türkiye'de de çok değer görüyordu... Kimler var koleksiyonerleri arasında?

Çelebi: 1975-2000 yılına kadar sürdürdüğü aktif iş hayatında, Türkiye'deki sanayicilerin, tüccarların, gerçek sosyete dediğimiz, toplumun kalburüstü kısmına kadar girmediği ev yoktur diyebilirim.

Willems: Sadece çeyizlerini değil, yurtdışına götürdükleri hediyelerini de hep anneme yaptırırlardı. Yurtdışındaki bağlantılar arttıkça, hediye olarak çok ilgi gördü. Çelebi: Japon Prensi, Venezuela Petrol Bakanı gibi bir sürü kişiye eserler yaptı. Ankara'ya çok sık giderdi ama öyle politik falan değildi. Daha mütevazıydı. Mesela fotoğraf çektirmeyi hiç sevmezdi. O yüzden bu bahsettiğimiz kişilerle fotoğrafları yoktur hiç. İşinden o kadar emindi ki, işi ön planda olsun isterdi. Reklama ihtiyacım yok diye düşünüyordu.

Bu süreçte babanız neler yapıyordu?

Çelebi: Babamız kağıt tüccarıydı, rahmetli. Yoğun bir iş hayatı vardı ama anneme hep destek oldu. Haldun Simavi'nin sahibi olduğu Web Ofset'in kurucularından biriydi.

Peki, sergide neler bekliyor bizi?

Çelebi: Küratörümüz Şahin Paksoy Bey. Kendisi de çok büyük bir sanatçı, çok sevdi bu işi. 2 bin parça içinden seçilen 150 parça eserimiz var. Koleksiyonerlerden topladıklarımız var. Ancak bunlar çok da kolay olmadı, insanlar fiilen kullanıyor bu parçaları.

Web sitesi de yaptınız, kitap projesi var mı?

Willems: Çok tatlı bir web sitemiz oldu. Kitap da istiyoruz. Bir sonraki projemiz o.

Sergide satış da olacak mı?

Çelebi: İlk amacımız; annemin sanatını seven, yıllarca onunla hoş vakit geçirmiş ailelere, onların ilerleyen nesillerine tekrardan bu tadı gösterebilmek. Ama bunlara yeniden sahip olmak isteyen dostlarımızı, ziyaretçilerimizi kırmayacağız. Çünkü biz bunu üretmeyi biliyoruz ve bunu yeniden üretmek istiyoruz. Annemin 3 bin parçalık motif koleksiyonuna sadık kalarak, yaşatmaya çalışacağız.

Willems: İkimiz de nakış yapıyoruz. Annemiz sayesinde öğrendik ve onun zevkiyle donandık. Genlerimizde var diye düşünüyorum. Bugüne kadar yapamadık, çünkü kendi profesyonel hayatlarımız vardı.

Neler yaptınız profesyonel olarak?
Willems:
Ben Avusturya Lisesi'nde okudum. Ardından İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdim. Londra'da pazarlama üzerine diploma aldım. Daha sonra Delta Havayolları'na girdim ve orada 20 sene çalıştım.

Çelebi: Ben 1981 yılında Robert Koleji bitirdim. Ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdim, İşletme Fakültesi'nde master yaptım. 30 yıllık kariyerimde, Türkiye'nin üç büyük şirketinde satın alma direktörü olarak çalıştım. Çok yıpratıcı ve oldukça zahmetli geçti.

Suna Kıraç, size, yeğeniyle okul arkadaşı olduğunuzu duyunca, "Sakın ekonomi okuma, annenin sanatıyla uğraş" demiş... Ama siz onun sözünü dinlemediniz belli ki...

Çelebi: Dinlemedim ama yine onun dediğine geldim! İnan Bey'e de söyledim, "Suna Hanım'ın dediğini yaptım ama 53 yaşında yaptım" diye. İnan Bey, bunun üzerine çok hoş bir jest yaparak, güzel bir mektup yazdı. Onu da sergide sunacağız.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.